Mizah ve çocuk öyküleri yazarı olarak, Nasrettin Hoca’ya olan sevgimle de tanınan bir yazarım. Mizahçı biraz Nasrettin Hoca, biraz Bektaşi, İncili Çavuş, Karagöz-Hacivat, Pişekar-Kavuklu, Temel olmak zorundadır. Mizahımız da bu temeller üzerinde değil mi? Onlardan besleniyor yüz yıllar boyunca.

Yüz yıllardır Anadolu bilgesi olarak anılan Nasrettin Hoca’nın yeri her zaman bir başkadır. İnsanlar Nasrettin Hoca’yı katmadan bir konuyu anlatmamışlar. Onun yaşamını, fıkralarını anlattıkları konuyu kanıtlamakta kullanmışlar. Hoca’dan öncesi de sonrası da onun etrafında dönmüş. Bir köprü olmuş geçmişle gelecek arasında. Timur ile Nasrettin Hoca aynı dönemde yaşamasalar da onları karşı karşıya getirmiş Anadolu insanı. Acımasız Timur’dan sonsuzluğa dek sürecek olan intikamını Nasrettin Hoca’yla almış insanımız. Herkesin korktuğu Timur’un karşısına Nasrettin Hoca’yı çıkartmış, çıkartmakla da kalmamış, onunla alay ettirmiş.

Bu Anadolu bilgesini insanımıza tanıtmayı kendine görev bildim. Önce öğrencilerime Nasrettin Hoca’yı en iyi tanıtmanın yolu olarak güncel fıkraların kahramanı yaptım. Çok tutulduğunu görünce de “Hoş Geldin Nasrettin Hoca” adlı bir tiyatro eserini kaleme aldım. Bu oyunun yıllardır ülkemizde sahnelenmediği yer kalmadı. Akşehir’den Nasrettin Hoca’yla ilgili oyun istenince bana yönlendiriyorlardı. Her yıl üç beş kente, okullara yolluyorum, bu da beni mutlu ediyor.

Bununla da yetinmedim, çocuklara Nasrettin Hoca’yı sevdirmek için çocuk öyküleri yazdım. Bu öyküler kitaplaşınca epey de ilgi gördü. Bir yıl gibi kısa sürede birkaç baskı yapan kitapları okuyan çocuklar hem gülüp hem de düşünüyorlardı.

Yazar olduysam bunda Nasrettin Hocamızın payı büyüktür. 1980’li yıllarda Akşehir’de onun adına yapılan yarışmalarda ödüller alınca kitaplarım peş peşe çıkmaya başladı. Hoca’ya olan sevgimi onun adına fıkralar, oyunlar yazarak göstermeye çalıştım. Son bir yıl içinde otuza yakın Nasrettin Hoca öyküsü yazarak onun tanınmasına katkı sağladıysam mutluluk duyarım. Kırsal alanda Nasrettin Hoca şimdi bile seviliyor, fıkraları anlatılıyor. Şehirde Temel fıkraları daha çok tutuluyor. Yeniasır Gazetesi Pota köşesinde zaman zaman benim de Temel fıkralarım yayınlanıyor. Hocamıza sahip çıkılması gerektiğine yürekten inanıyorum. Çünkü Nasrettin Hoca Anadolu’dur, diyorum her yerde…

Değerlerimize sahip çıkmadığımız sürece başkalarının bunlara sahip çıkması kaçınılmazdır. Toplumlar kültürlerine sahip çıktıkları sürece ayakta kalabilirler. Yabancı kültürlerden ancak kendi öz değerlerimize sahip çıktığımızda korunabiliriz. Kültürlerarasında kesinlikle alış verişler olacaktır. Kendi kültürümüzü unutturduğu sürece buna karşı koymak da herkesin görevi olmalıdır.

Sahiplenmediğimiz kültürümüzü sahiplenen kesinlikle çıkar. Bir ara Yunanlılarla Hacivat-Karagöz üzerine tartışmalarımız olmuştu. Onlar her gün çocuklarına gösteriyordu televizyonda. Bizlerse Ramazanlarda gösterip gölge oyunumuzu sahiplenmeye çalışıyorduk. Bunun yanlışlığı sonradan anlaşıldı. Kendi adıma kültürümüze yön vermiş tüm değerlerimizi sahipleniyorum. Elimden geldiğince onları genç kuşaklara tanıtmak için kitaplar, oyunlar, fıkralar yazıyorum. Bir edebiyatçı olarak bunu kendime görev biliyorum… 

Savaş Ünlü’den bir Nasrettin Hoca fıkrası:

Nasrettin Hoca’yı bir gün yemeğe davet etmişler. Hoca, isteksizmiş gitmekte. Davet sahibi hakkında birçok olumsuz söylentiler de varmış. At, eşek eti ticareti yaptığı söylentiler arasındaymış. Davete gitmiş. Sofraya oturmuşlar. Bir tava içinde sucuklu yumurta gelmiş. Bir dilim sucuk almış, önce kulağına götürmüş. Sucuk dilimine bakakalmış.  

Ev sahibi: Ne oldu Hocam, niçin yemiyorsun, sucuk diliminin kulağında işi ne?

Nasrettin Hoca: Kulaklarıma inanamadım. Sucuk diliminden eşek anırtıları geliyor.

Ev sahibi: Sucuğa niçin baktın kaldın?

Nasrettin Hoca: İnanmayacaksın ama Karakaçan kulağını dikmiş bana bakıyor, o sucuk yenir mi hiç?