“Bir mit artık kimsenin inanmadığı bir dindir.”

“Bir mit artık kimsenin inanmadığı bir dindir.” (James Feibleman)

“Felsefe neden Yunan’da başladı?” ve “Antik Yunan’ın farkı neydi?” diye sormuş ve felsefeyi ortaya çıkaran etkenlere giriş yapmıştık ilk yazılarımızda. Bir okuyucum mitoloji ve felsefe arasındaki ilişkiyi merak etmiş, “Felsefe mitolojiye bir başkaldırı mıdır?” sorusunu sordu. Ben de bu yazımda bu soruya kısaca cevap vermek istedim. İyi okumalar.

Aslında felsefenin başlaması, mitostan logosa (akıl) geçişin hikayesidir. Antik Yunan’da da her toplumda olduğu gibi din etkindi ve halk nazarında mitolojik anlayışlara büyük bir saygı vardı. Filozoflar da inançlıydı, çoğu ibadetlerini yerine getirirdi; örneğin Homeros ve Hesiodos (mitolojileri anlatan şairler) Sokrates’in Savunması’nda birer kahraman olarak görülmüşlerdir.

Her toplum doğayı, insanı, dini ve tanrısal konuları, öteki dünyayı ve yaşanılan hayatı anlamlandırmak ister. Antik Yunan dünyasında felsefeden önce mitolojik düşünce vardı. Mitolojik düşünme ilk bakışta saçma ya da çocuksu görünebilir ancak gerçekten hayatı kendi yaşama koşulları içinde anlamlandıran bir düşüncedir. Mitoslar, onlara inanan insanlara ve topluma, evrenle, toplumla ve insan ile ilgili bazı teorik çözümler öneriyordu. Mythos (Mitos), bir yaşama ve düşünme tarzı bir başka ifadeyle dünyayı anlama biçimidir. Mitolojik düşünce, insanın bir takım sorular sorması ve bu sorulara cevap aramasıyla başlamıştır. Bu sorulardan bazıları ‘Neden varım?’ ‘Her şey nasıl var oldu?’ ‘Evren nedir?’ gibi sorulardır ve mitoloji bu sorulara kendi düzeyinde cevap verir. Elbette bu cevaplar bilimsel düzeyde sıkı nedensellik ilkelerine bağlı olan cevaplar değillerdir. Bununla birlikte mitoslar, evrendeki her şeyi kişileşmiş ve canlı olarak görürler. Mitolojik düşünce biçiminde tabiatla konuşulur, tabiata saygı duyulur. Her şeyden önce bu evrenin kuralları vardır ve onları bilmeli ayrıca onlara saygı duyulmalıdır.

Mitolojilerde beni kendine çeken nokta “ben” ve “sen” ilişkisi olmuştur. Canlı cansız tüm varlıklar “sen”dir ve “ben’im” karşımda tüm evren canlıdır ve saygı duyulmalıdır. Günümüz modern dediğimiz toplumlarda ise “ben” ve “o” vardır. O diye ifade edilen tüm varlıklar cansızdır, saygıya da gerek yoktur ve benim irademin üzerinde iş göreceği malzeme olarak değerlendirilir. İşte bu sebeple modern insan doğaya, hayvanlara, insanlara zarar verir olmuş, kibirlenerek tüm evrenin efendisi olduğunu düşünerek, her şeye karşı savaş açar olmuş. Bu konuyu daha sonraki yazılarımda daha detaylı anlatmak istiyorum.

Felsefenin çıktığı ilk zamanlarda (MÖ 6.yy), mitoloji ve felsefe arasında bir ayrıklık ilişkisi değil de eksik girişimlik ilişkisi vardır diyebiliriz. Zaman ilerledikçe mitoloji ve felsefe bir birlerinden ayrılır olmuşlar. Örneğin ilk filozof Thales’in her şey su’dan oluşmuştur görüşü daha sonraları yaşamış olan Aristotales tarafından oldukça mitolojik bulunur ve eleştirilir.

Mitoslar ile Antikçağ felsefesi arasındaki en açık ilişki “konu” alanında görülür. Özellikle de bazı konulara ilişkin “problem” benzerlikleri vardır. Fakat konulara bakış açıları çok farklıdır. Mitoslar doğa olaylarını dini motiflerle açıklarken Antikçağ filozofları aklı ön plana çıkararak­ modern bilim anlayışına yol açacak olan “gözlemci” sıfatı ile konuyu ele almışlardır.

Günümüzde ise mitolojiler öğretici hikayeler içerdiği için modern felsefe sıklıkla buradan örnek seçmeyi sürdürmektedir. Ayrıca Yunan mitolojisi karakterleri; insanlar, tanrılar ve doğa arasındaki engelleri sürekli olarak esnetirler Mitolojik hikayelerden bir kaç örnek sunarak yazımızı sonlandıralım.

İmkansız Bir Aşkın Peşinde­ ‘Apollon ile Daphne’

Su perisi olan Daphne, evlenmemeye ant içmiştir. Apollon, Peneus Irmağı’nın kıyısında Daphne’yi görür ve aşka tutulur. Umutsuzca, kör kütük aşık olan Apollon, Daphne’nin peşini bırakmaz. Daphne kaçar, Apollon kovalar. Gücünün bittiği yerde Daphne, Toprak Ana’ya onu saklaması için yalvarır ve Toprak Ana yakarışını duyar; Daphne toprakla bütünleşir ve bir ağaca dönüşür. Defne ağacının ismi de buradan gelmektedir.

Nergis Çiçekleri ve Narsisizm ‘Ekho ile Narkissos’

Peri kızı Ekho, avcı Narkissos’a umutsuz bir şekilde aşık olur ve karşılık alamaz. Kara sevdaya tutulan Ekho günden güne erir ve ölür. Kemikleri kayalar, sesleri ise “eko” dediğimiz yankılara dönüşür. Tanrılar buna çok kızarlar ve Narkissos’u cezalandırmak isterler. Su içmek üzere nehre eğilen Narkissos’u kendi yansımasına aşık ederler. Görüntüsü karşısında Narkissos da kara sevdaya tutulur ve nehrin başından ayrılamaz. Orada öylece eriyip gider ve nergis çiçeklerine dönüşür. Narsisizm kelimesi de buradan gelir.

Kalın sağlıcakla.

Görüş ve eleştirileriniz benim için önemli: [email protected]