Çocukluğumda öyle bilgisayarlar, tabletler yoktu. Sinemayı bilmezdik. Tiyatronun adını belki duyanımız yoktu. Misketler vardı düşlerimizde. Cumhuriyet İlkokulu’nun bulunduğu Çay Mahallesi’nin çocuklarıydık. Düşlerimiz okulumuz, belki de babamızın akşamdan akşama getireceği küçük bilyeler, bir de içerisinden artist resimleri çıkan küçük çikolatalardı.  Bu düşlerle düşe kalka büyüdük.

Yokluk vardı, yoksullukta…

Hele ki akşam olup da yorgun argın eve gelen babamızın yollarını beklerken, gözlerimiz babamızın elinde, düşlerimiz, bilyelerde, düşlerimiz küçük şekerleme, küçük çikolatalardaydı.

Saray Sinemasıyla, sinemanın büyülü beyaz perdesiyle ilkokulda sanırım dördüncü ya da beşinci sınıftaydık. Öğretmenlerimiz sınıfla birlikte bizi sanırım savaş filmi gibi bir filme götürmüştü. O zaman tanışmıştım, sinemayla, beyaz perdenin büyüsüyle. Kaç kez para biriktirdiğim kumbaramdan çıkarttığım paralarla, sinemaya gittim, kaç kez….İnsan gittiği bir filme bir daha gider mi? Hele ki o zamanlar Tarkan, Kara Murat, Battal Gazi filmleri meşhurdu… Sabah matinesi olmadı saat 14.00 'de matineye... Ne filmlerdi, ne güzel filmlerdi..

Her çocuğun hayalinde bir bisiklet düşü vardır. Öyle mahallemizde bisikleti olan çocuk pek azdı… Hatta yok diyebilirdim. Varsa da mahallede birkaç çocuğun vardı. İmrenerek uzaktan bakılırdı. Yanına yaklaşmak, hele ki o bisiklete değebilmek  hayaldi. Şu anda düşünüyorum da… kimin bisikleti vardı, hatırlayamıyorum.. Hatırlamam da imkansız; yaz aylarında sanayide bir marangozun yanında çalışıyordum ki ustamın vardı. O da kocaman bir bisiklet. Usta sanayide çalışan diğer lastikçi, kaynakçı, marangoz arkadaşlarının yanına gittiğinde, bisiklete bakabiliyordum. Binmeyi soruyorsanız, Akşehir’de bir söz vardır : Bacak arası binmek diye, bacak arası binmeye çalışıyordum. Kaç kez bineceğim diyerek bisikletten düştüm. Kaç kez düştüm de elim kolum yüzüldü.  Hatta bir  kez düşmüştüm ki hala sol elimin orta parmağında bisiklet bidonun  izi vardır. Düşünün artık, kırk senedir duruyor.  Nazar boncuğu olarak kaldı. Çok zaman kedimden büyük bisiklete bacak arası binmenin karşılğında düştüm. Ustam kaç kez yakaladı ; sonradan sağ  olsun,  bisikletin arkasında tutarak bacak arası binmeme yardımcı oluyordu…öyle öyle binmesini öğrenebildim.. Yoksa nerede bisiklete oturarak binmek! Hey gidi günler hey!

Akşehir’de çekilecek olan MAVİ BİSİKLET filmi, beni çocukluğuma, nerelere aldı götürdü.

Dalmışım…

“Babaaaaa!” dedi bir ses,  televizyon karşısında dalgınlığımın ortasında.

Kızım Nisa…

“Efendimm!” dedim.

Telefonumu almış gelmiş, vestiyerden…

“Nezih Ağabeyi arar mısın?” diyerek, neredeyse yalvarır gözlerle bakıyor…

Nezih Ağabeyi, Mavi Bisiklet filminin rejisörü…

Telefon kayıtlarına girmiş.. aynı sözleri tekrarlıyor. “Nezih Ağabeyi…”

Sonunda kendisinin araması yönünde ikna ettim..

Nasıl da kalbi heyecanla çarpıyor, nasıl da mutluluktan uçuyor, nasıl da Mavi Bisiklet filminde kendisinin de filmde rol almasından dolayı seviniyordu.. Mavi Bisiklet filminin hayali ile çarpan küçük kalbin sevincini , heyecanını görmek dünyalara değerdi.

“ Nezih Ağabey….. Yarın ki çekim için gelecek miyim?” diyordu..

Nezih Ağabey:

“…..”

Sevinç görülmeye değerdi. On yaşındaki mutluluktu bu, sevgiydi.iki yüze yakın bir sevinç, bir mutluluk vardı şimdi her evde görülmeye değer…

Çekilmeden, beyaz perdeye gelmeden, sevinçlerin en güzelini yaşıyorduk. Mutluluğun tarifi yoktu..

Dün, okul sahnesindeydi…

Ondan önceki gün sınıf sahnesinde…

Bir önceki gün….

Bu onlarca yüzlerce çocuktan Nisa’nın sevinciydi… Katlanarak artan…

Ya bize düşen ?

Akşehir’de çekilecek olması, merkez ve mahallelerinde çekilecek olması Akşehir’i tanıtması, bu filmin kültürel olarak Akşehir’imize katkı sağlayacak olması ne kadar büyük bir sevinç, ne kadar büyük bir mutluluktu bizim için, Akşehir  için, çocuklarımız için..

Ayrıca, düşünebiliyor musunuz, iki yüze yakın çocuğun bu projeye katılıp, sinema üzerine eğitim aldığını…

Bu bağlamda, “Mavi Bisiklet” filminin Akşehirli Yönetmeni Ümit KÖREKEN ve ekibine sonsuz teşekkürler ediyoruz, sağ olsunlar, var olsunlar...