Kahramanları olan hayvanları konuşturarak ders veren hikayelerin yani fablların en bilinenleri, La Fontaine’den Masallar adıyla uzun yıllardan beri okunan ve çocuklara okutulan kitapta yer alanlardır. Ezop Masalları da hemen hemen aynı hikayeleri içerir. Zira aslında bu kitapları yazanların, M.Ö. 1. yüzyılda yaşamış “Bilgelerin Bilgesi” Hint Beydeba tarafından yazılan ve Arapçaya çevrildiği adıyla Kelile ve Dimne olarak bilinen Pança-Tantra (Beş İlke) adlı kitaptaki hikayelerden esinlendikleri bilinmektedir.

Bir kişinin eserinde yer alan ifadelerden ve düşüncelerden esinlenmenin ötesinde, kaynak göstermeksizin kendisine aitmiş gibi kullanma alışkanlığına, doçentlik ve doktora tezlerinde zaman zaman rastlanmakta, suç teşkil eden bu duruma intihal denilmektedir. Basın yayın organlarında dahi, haber atlamamak ya da işin kolayına kaçmak için bilgisayar teknolojisinin “Kopyala Yapıştır” nimetinden yararlanılarak haber ya da makalelerin, neredeyse birebir alıntı yapılarak kullanıldığının örnekleri de mevcuttur.

Hükümdar Depşelim’in 3 şehzadesine hocalık yapan Beydeba’nın, ahlak ve devlet idaresi konularında yol gösterici bir içeriğe sahip olan bu kitabı; tembel şehzadelerini terbiye etmesi yönünde bir nevi nasihat niteliğinde yazarak hükümdara sunduğu öne sürülür. Toska’nın 1989 yılında kitap üzerine yaptığı doktora tezinde; Sultan II. Abdülhamid’in de Ahmed Midhat’tan kitabın açıklamalı bir özetini yazmasını istediği, ancak ortaya çıkan eserin sakıncalı bulunması nedeniyle imha edildiği bilgisi, vesika gösterilmeden belirtilmektedir. Kelile ve Dimne’deki hikayeler, Ahmed Midhat’ın çok az sayıda kalmış özetinde “Fıkra” adı altında yer almıştır. (Kaynak: Kelile ve Dimne Tercümeleri ve Kitlelerin Eğitimindeki Rolü, Kadriye Yılmaz Orak ve Mahmut Berköz)

Bir hükümdara nasihat niteliğinde yazılan bu önemli eserin, bir başka hükümdar tarafından sakıncalı bulunduğu savlanan özetinde yer alan fıkralardan, ne yazık ki çağdaşlığını kaybetmeyen ve her devirde ders alınabilecek türden olan bir tanesini paylaşayım istedim:

“Mükellef bir sofra… Davetliler, Bey ve yanında hiç ayırmadığı dalkavuğu. Patlıcana sıra gelince Bey, başlamış patlıcan şöyle güzel, patlıcan böyle nefis diye övmeye. Dalkavuk durur mu? Efendisinin arkasından, o da bir güzel patlıcanı ballandıra ballandıra övmüş. Biraz sonra Bey, patlıcanı kötülemeye başlamasın mı? Dalkavuk durur mu? Hemen o da başlamış veryansın etmeye. Patlıcanın yenir tarafını bırakmamış, velhasıl yerin dibine geçirmiş.

Dalkavuğun bu hattıhareket tarzı tuhafına giden Bey: -Biraz önce göklere çıkardığın patlıcanı, şimdi yerin dibine geçirmenin sebebi nedir? diye hikmetinden sual etmiş. Dalkavuk: - Efendim! demiş. Ben, patlıcana değil, ancak size hizmet ediyorum! Patlıcana değil, ancak size yaranıyorum! Siz neredeyseniz ben de oradayım. Hepsi bu kadar. Bunun tuhaflık neresinde?..” (Beydeba 1998: 182-183)