Mardin benim için her zaman büyülü bir kent olmuştur. Geçmişi, tarihsel dokusu, geçmişte yaşanan uygarlıkları, dinler mozaiği, yöresel yemekleri daha bir güzelleştirmiştir bu şirin kenti.

O yıl Mayıs ayının sonunda Mardin’de olmanın mutluluğunu yaşadım. Mardin’de indim. Otel arıyorum. İnsanları yardımsever. Dükkanlarını bırakıp bana otel gösteriyorlardı. Otellerin hepsi doluydu. Şaşırdım. Bir tek ben değilmişim Mardin sevdalısı. Araya sora Maria Butik Otel’i buldum. Açılalı iki hafta olmuş. İçeri girince, dışarının sıcağına inat, bir serinlik tüm bedenimi sardı. Beni karşılayan otelin sahibi Amir Ertakgöz’dü. Genç, sevecen, sıcakkanlı bir kişi. Bakışlarındaki dostluğu okumakta zorlanmıyorum. Otelde kalan ilk yazar unvanına kavuştum. Sevgili Amir, fotoğraflarımı çekiyor. Benim için büyük onur, diyor. Sözlerine başım gözüm üstüne diyerek başlıyor.

Otelin içi bir sanat evi. Yerler halılarla kaplı, her yer pırıl pırıl. Duvarları bakır kaplar süslüyor. Duvarlarda bol bol kılıç, kama var. Çalışanların sıcaklığını, içtenliğini görünce, kılıçlar ve kamalar birer güle, karanfile dönüşüyor. Otelin bir bölümü Urfa ve Midyat’tan getirilmiş kesme taşlardan yapılmış.

Balkona çıkıyorum. Otel çalışanı Cesur da peşimden geliyor. Balkondaki esinti, Ege’nin meltemini aratmıyor. Ufuk çizgisinde kalın bir sis katmanı. Göz alabildiğine uzanan ekili tarlalar. Yeşil rengin egemen olduğu tarlalarda, hasadı bekleyen tarlalar da yok değil. Cesur; “Bakın şurası Nusaybin, şurası Kızıltepe, sislerin arkasında saklanan ise Suriye” diyor.      

Çantamı bırakıp otelden çıkıyorum. Merdivenli sokaklarda yitiyorum. Onlarca fotoğraf çekiyorum. Camiler, kiliseler, konaklarda saatlerce geziyorum. Akşam, siyah siyah Mardin’in üstüne yağmaya başlıyor. Işıklar belirginleşiyor. Mardin’in ünlü kaburga dolmasını ayran eşliğinde, ışığa kesmiş kente baka baka yiyorum. Önerim, akşamleyin bu yemeği yemeyin. Biraz ağır ya da bana ağır geldi. Işıl ışıl yanan kente bakıp kalıyorum birkaç saat. Sonra ver elini otel...

Balkondaki esinti ömre bedel. Balkondan önümüze serilen ovanın gece görüntüsünü izliyorum. Gündüzleri bir denize benzetilen ova, geceleyin de bana öyle görünüyor. Karşısı sanki bir sahil kenti. Mardin’in ilçeleri ışık içinde yüzüyor. Suriye sınır, bir uçtan öteki uca uzanan bir gerdanlık gibi. Sis katmanının altından hazine çıktığını düşünüyorum. Bir masal dünyasındayız sanki. Ay gökyüzünde “masalsı bir meyve” gibi. Uzun huzmelerini yakmış, tüm ovayı aydınlatıyor. Kızıltepe ve Nusaybin’e gidip gelen arabaların lambaları karanlıkta birer ateşböceği.

Mardin’de gezilecek yer çok. Gümüş ve taş işçiliği için Midyat’a gidebilirsiniz. Hasankeyf’e bir saatte ulaşabilirsiniz. Orada da bir günün keyfini çıkartmak, bilmiyorum nasıl anlatayım!  Diyarbakır’a kısa sürede ulaşmak olası. Ceylanpınar’ı merak ediyorsanız, ulaşmak hiç de zor değil. Mardin’in merkezinde gidilecek öyle çok yer var ki, hangisini söyleyeyim. İstiyorsanız kalesinden başlayın. Bir ara da bakırcılar çarşısına uğrayın. Bakıra nasıl can verildiğini görün. Sevdiklerinize armağanlar alın. Ehl-i keyf almayı sakın unutmayın.

Mardin’de günlük çıkan “Mardin Sesi“ gazetesine uğrayın. Gazetenin sahibi Fatih Avuk size gönüllü olarak rehberlik yapacaktır. Büyük kentlerde tükenen, süper marketlere karşı direnen bakkallara da rastlayacaksınız. Nostalji olan bakkal amca sıcaklığını da orada yaşayın.

Mardin görülmeye değer bir kent. Gittiğinizde bana hak vereceksiniz. Işıklara kesmiş kentin görüntüsü düşlerinizi süsleyecek uzun yıllar...