HUZUR

                Teravih namazından çıktım. Sokakta gezerken, şiddetli bir yağmura tutulduğum, akşamlardan bir akşam. Civarda bulunan bir kahveye giriyorum.  İçerisi de öyle bir kalabalık ki ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Hemen çayım geliyor. Sağ olsunlar, yazılarımdan tanıyorlar. Öyle bir tanınmışlığımız bir sevilmişliğimiz de var. Çayımı yudumluyorum. Öyle pek kahvehane sevenlerden olmadığım için, çayımı içip çıkıyorum

            Yağan yağmurun etkisinden kurtulmuş, çayımı da içtikten sonra, yıldızlı, sakin bir gece doğmuştu. Şehrin işlek caddelerinde dolaşıyordum. Sanki başka çehreler, başka binalar arıyor, teravih namazını da kılmanın verdiği ruh huzuru içinde içimde yeni bir hava doluyor, bu mübarek Ramazan ayında kendimi daha bir huzurlu hissediyordum.

            Tanımadığım çehreler içinde gönlümde hoş bir huzur, hoş bir serinlik hissediyordum.  Yürüdükçe caddeler içinde insanlar tenhalaşıyordu. Nereden çıktı geldi, nasıl karşıma geldi bilmiyorum ya kırk beş yaşlarında bir kadın karşıma çıktı, ya da görünüşü bana bu yaşlarda olduğunu tahmin ettirdi. Öyle sokak kadınlarından değildi. Halinde bir muzdariplik, halinde bir düşkünlük, bir gariplik vardı. Biraz dikkatlice baktım. Kadın, gece yanan lambaların altında yaklaşınca yüzündeki solgunluğu, renksizliği gördüm. Kadın dikkatli baktığımı fark etti.

            İçimde manasız, garip bir acıma hissi uyandı. Gecenin bir vakti;  fakir, üstünde, başında olmayan, zavallı, garip bir kadın. Kadıncağız yanıma doğru geldi. Yavaşça, sadece benim duyacağım kadar:

            “Allah rızası için…”

            Anlamıştım. Sesi titriyordu, el açıyordu.

            “Allah versin mi?” demeliydim. Kişiliğim gereği önüme gelen hiç kimseye böyle bir cümle kullanmadım, kullanamam da…

            “Allah rızası için…”

            Elime cebime götürdüm. Yirmi lira bozukluk param vardı. Yirmi lirayı uzattım.

            “Allah razı olsun… Allah razı olsun…” diyor, sesi titriyordu.

            “Evime gidecektim ya evde ne yiyecek ekmek var, ne de yol parası… Bu gece ilk defa siz yardım ettiniz…”

            “Ya eviniz nerede?”

            “Buraya yirmi dakika kadar…”

            “İsterseniz sizi evinize kadar götüreyim, hem bu gece karanlığında…”

            Başıyla kabul manasında bir işaret yaptı. Gece karanlığında yürümeye başladık. Evet, bu kadın gecenin karanlığına kalmış, dilenen, zavallı bir fakirdi.

            Bir lokantanın önünden geçiyorduk.

            “Karnınız da açtır. İsterseniz…”

            “Allah sizden razı olsun…”

            Lokantaya girmeyi kabul etmedi, fakat yiyecek ekmek arası bir şeyler aldım.  Yolda yiyerek gidiyordu.

            “Fakirlik, dedi... Ne yapabilirim? Evde de bir çocuğum var, ekmek ister. Belki dilenmektense ölmek iyidir ama ona benden başka ekmek götürecek kimse yok… Sizi, bu gece karşıma Allah çıkardı…” Diyordu.

            Yavaş yavaş da ağlamaya başladı ki gözyaşları yanaklarından süzülmeye başlamıştı.

            Mübarek Ramazan ayında, bir kimsesize, bir fakire, bir garibe yardım etmenin ulvi tesellisini bana vermişti. Onu evine kadar götürdüm, üzerimde bulunan paramdan biraz daha verdim, daha doğrusu almasını rica ettim.

            O geceden sonra onu bir daha göremedim; fakat Ramazan Ayı’nın bu güzelliğinde yardım etmenin, bir garibi, fakiri sevindirmenin, huzurunu, ulvi güzelliğini yaşamıştım.

                                              

                                                                                   BİTTİ

 

{ "vars": { "account": "G-5Z2CE4T8R8" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }