Dünyada en çok gazetecinin, siyasetçinin, öğrencinin içeride olduğu ülke olma vasfımızı elhamdülillah kimselere kaptırmıyoruz. Son operasyonla birlikte bu altın madalyalar kervanına yeni bir birincilik daha kattık. Türkiye artık en fazla avukatın cezaevinde olduğu ülke unvanına da açık ara sahip oldu.

 

 

 

 Ne demişti Arınç: “Kurban olduğum Allah verdikçe veriyor!”

 

 Her dalda birincilik. İşte hükümetimizin yeni küresel vizyonu bu.

 

 KCK operasyonları kapsamında gözaltına alınan ve 33’ü tutuklanan avukatlara, ÇHD operasyonuyla tutuklanan 15 avukatı da ekledim mi sayı 48’i buluyor. Diğer davalardan tutuklu olan avukatları katmıyorum. Bu bile durumun vahametini gösteriyor.

 

 Bu avukatların tümü “terörist” olmakla suçlanıyor.

 

 Bir ülke düşünün ki 50 avukatı, 100 gazetecisi, 700 küsur öğrencisi ve toplamda da 10 binden fazla vatandaşı terörist vasfıyla tutsak edilmiş. Yani bu ülkede yaşayan yaklaşık her 1000 kişiden 14’ü terörist olma “gerekçesi” ya da “iddiası”yla içerde. Buna bir de dışarıdakileri eklediğimizde sayı korkunç oluyor. Yüz binlerin katıldığı 1 Mayıslar, milyonların katıldığı Newrozlar hesaba katılırsa (katılmalı çünkü pek çoğu buna benzer mitinglere katıldıkları için tutsak durumdalar) bu ülkenin yarıya yakını terörist olmuş oluyor. Şu an dışarıda olanlar piyangonun kendilerine vuracağı günü bekliyorlar.

 

 Tüm hükümetler “iç mihrak” heyulasına dayanarak güvenlikçi politikalardan medet umarlar. Bu durum iktidar partileriyle tabanları arasındaki ilişkiyi bir yere kadar stabilize eder. Geniş kitlelerde iktidara bağlı konsolide bir ruh hali yaratır fakat her zaman siyaseti sağa çeker. İşte sorun da tam bu anda başlar. Aynı bizde de olduğu gibi. Bu politikalar sizi bir anda dünya sıralamasında en üstlere taşır. Çıkarılan yasalar (TMK CMK vb) herkesi potansiyel terörist, her eylemi terör eylemi olarak yaftalamaya çoktan başlamıştır. Toplum hızla kutuplaşır. İktidar partisinin muhalifi olmak son analizde terörist olmaya kadar gider. Bu hal toplumsal gerilimi arttırır. Ancak bu durumun çözümü olarak çoğunlukla daha da güvenlikçi politikalara yönelmekten başka çare kalmamıştır. Zira düne göre daha fazla insan iktidara muhalif hale gelmiştir. Onların hukukla ve zor yoluyla bastırılması gerekir. İşte bu daha totaliter ve şefçi bir iktidarın yolunu açar. Bir de bakılır ki ülke dünyanın en büyük cezaevine dönmüştür. Bu süreç iktidarı güçlendirmez, tersine tabutuna çivi çakar.

 

 Türkiye bu sürecin tartışmasız dünyadaki öncü ülkesidir.

 

 İktidardakilerin ileri demokrasi dedikleri şey ileri bir totaliterliktir.

 

 Acaba bu ülkeyi dışarıda temsil edenler bu tutuklamalar sorulduğunda hiç zorlanmazlar mı? “Onlar meslekleri sebebiyle değil, terörden, yüz kızartıcı suçlardan tutuklular” yalanına kimsenin kanmadığının farkında değiller midir?

 

 Gerçekten bu kadar çok terörist barındıran bir ülkenin iktidarının kendini bir meşruiyet testine tabi tutması ve yatıp kalkıp Allah’tan yardım dilemesi gerekir.

 

 ÇHD’ye yapılan operasyon bu anlamda totaliterleşme çizgisinin pik noktalarından biridir.

 

 Bu operasyonla, polis tarafından yayınlandığı kesin olan fısıltı gazetesi vasıtasıyla açıkça hükümetin Suriye politikasına karşı olan avukatlar Suriye ajanı olmakla suçlandı. Bu sayede hükümet hep yaptığı gibi bir taşla iki kuş vurmuş olacaktı. Bir yanda her kritik durumda ayağına dolanan devrimci avukatlar ekarte edilmiş olacak bir diğer yandan da içimize kadar burnunu sokmuş olan Suriye yönetimi daha da şeytanlaştırılmış olacaktı.

 

 Operasyon, başından bu ana dek bir “polis operasyonu” olarak şekillendi. Polis kendi yetkisinin çok üzerinde, mevcut hukuku boşa düşüren bir tutum içinde oldu. Avukatların mekanlarına, savcı nezaretine gerek görülmeksizin kapıları pencereleri kırılarak girildi. Buna karşı çıkan avukatlar darp edildi. Mekânlar kullanılamaz hale getirildi.

 

 Bu operasyonla polis adli kolluk olmanın daha ötesine geçti. Yargının bir parçası haline getirildi. Buna benzer diğer davalarda olduğu gibi savcılık da sıradan bir onay kurumu haline geriledi. Adil bir yargının en az üçte biri olan savunma ise tutsak edildi. Böylece polis mahkemede karar verici bir merci olarak yerini alırken hatta sağlamlaştırırken, savunma mahkemenin dışına, zindanın içine konuldu.

 

 Bir kısım aklı evvel köşe yazarına göre onlar “terör bağlantıları” sebebiyle tutuklandılar, mesleki faaliyetleri nedeniyle değil. Eğer ağızlarında sakız ettikleri şu “evrensel hukuk” prensipleri açısından olaya bakılacaksa, “terör bağlantısı” denen şeyin muğlak ve her nereye istenirse oraya çekilebilir olduğu, asıl olanın şiddet kullanmak ya da teşvik etmek olduğu bilinmiyor mu? Bu açıdan bakıldığında da ÇHD’lilerin tutuklanması evrensel hukuk normlarına aykırıdır. Ancak polis devletinin TMK’sına CMK’sına uygundur. Adaletin kestiği parmak acımaz ama polis sultası altındaki Türk yargı sisteminin kestiği parmak insanı kan kaybından götürür!

 

 Peki, gerçekte ÇHD’lilerin kabahati nedir? Neden hedef haline getirilmişlerdir? Bu konuda şöyle diyor ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı:

 

 (…) Neyle uğraştığımızı gerçekten merak mı ediyorsunuz?

 

 - Her yıl ‘Dur dedim durmadı’ diye öldürdüğünüz onlarca masum insanın ailelerinin avukatlığıyla uğraşıyoruz;

 

 - Sendikalarını bastığınız, patronundan maaşını istediği için sokaklarda dövdüğünüz işçilerin avukatlığıyla uğraşıyoruz;

 

 - Okuldan attırdığınız, disiplin soruşturmaları ile okuyamaz hale getirdiğiniz öğrencilerin avukatlığıyla uğraşıyoruz;

 

 - Kan gölü içerisinde bıraktığınız Kürt halkının, konuşamaz duruma getirdiğiniz Kürt siyasetçilerinin, çalışamaz hale getirdiğiniz Kürt avukatların avukatlığı ile uğraşıyoruz;

 

 - Karakollarda, şubelerde, hapishanelerde döverek sakat bıraktığınız, katlettiğiniz insanların avukatlığı ile uğraşıyoruz;

 

 - HES projeleri, siyanürlü altın madenleri, dev çimento fabrikaları, nükleer santrallerle yaşanmaz hale getirdiğiniz bu güzel ülke için çevre davalarının avukatlığı ile uğraşıyoruz;

 

 - Evini başına yıkıp ‘Buradan git’ dediğiniz kentsel dönüşüm mağduru gecekondu halkının avukatlığı ile uğraşıyoruz;

 

 - Günde beş tanesini ‘namus, töre, aile’ diye öldürdüğünüz, sakatladığınız kadınların ve ailelerinin avukatlığı ile uğraşıyoruz;

 

 - 6 yıl önce bugün katlettirip sorumlularını salıverdiğiniz Sevgili HRANT DİNK’in, eziyet edip katlettiğiniz dinsel ve etnik azınlıkların, mağdurların, mazlumların avukatlığı ile uğraşıyoruz;

 

 - Sınırlarını silahlı saldırganlara açarak Suriye halkını katlettiren, yağmalatan, tecavüz ettiren kişileri ve onları kollayanları belge ve kanıtlarıyla öğrendik. Artık Suriye halklarının da avukatlığı ile uğraşıyoruz;

 

 - Biz halkın avukatlığı ile uğraşıyoruz.

 

 Zorunuza mı gidiyor? Gitsin. Zaten biz de onun için uğraşıyoruz. (…)

 

 O sebeple bırakın terör, casusluk, kozmik bilgi edebiyatını. Mertçe çıkın ve sizi yoksulların, emekçilerin, garibanların avukatlığını, beş kuruş menfaat gözetmeden yaptığınız için, cebinizde para olmadığı halde akbil ile oradan oraya koşturup ayağımıza dolandığınız için cezalandırıyoruz deyin. Deyin cesaretiniz varsa!