Yanlış davranışlar sergileyerek birilerini kendinizden uzaklaştırmayı bilerek isteyerek yapmıyorsanız bunun adı hatadır ancak bilinçli olarak yapıyorsanız olsa olsa bir sanattır; kendinden bıktırma ve soğutma sanatı.

Örneğin, birçok etkinliği, gerçekten denemek ve keyif alırsa devam etmek için yapmak yerine sosyal medyada paylaşmak için yapanlar, kısa süre sonra bu paylaşımları izleyenler arasında ciddi bir bıkkınlık yaratabiliyorlar. Korkarım, fotoğrafları ve hikayeleri paylaşa paylaşa; zamanla, günlük hayatta hep birileri tarafından izleniyormuş hissine de kapılıyorlar ki bunun adı aslında paranoya. Yani bazılarımız kendi kendimizi paranoyak yapabiliyoruz.

Bir arada olduğunuz insanların eksiklerini doğrudan söylemek ve bunu sürekli yapmak, onların sizden soğumasına neden olabiliyor. Çünkü eleştirileriniz karşısında “Bir şeyleri düzeltmeliyim” demek zorken “Bu ukalanın da bilmediği yok” demek çok daha kolay. Bir dönem beraber çalıştığımız bir arkadaşım, benden öğrendikleriyle her geçen gün işini daha iyi yapıyor ve bunun da farkına varıyor olmasına rağmen, hatalarını görebilmesi için yaptığım örneklemeler ve teşbihler karşısında bir gün “Ağzın iyi laf yapıyor, çok hazırcevapsın” yorumunu yapmıştı. Oysa uyguladığım yöntem, aslında eğitiminin bir parçasıydı.

Belki de şaşırmamak gerek; ne de olsa fazla fedakar olmak bile zamanla iticiliğe neden olabiliyor. İnsanlar, kendilerinin yapmayacakları şeyleri yaptığınızda bunu yapmacık buluyorlar. Herkes kendi rolünü oynasın istiyorlar. İşverensen çalışanından en yüksek düzeyde faydalanmalı, çalışansan daha çok maaşla daha uzun süre kaytarabilmelisin.

Bireysel olarak durum böyleyken toplum psikolojisi açısından da pek farklı değil. Toplum psikolojisi denilince ilk akla gelen ise elbette ‘siyaset’ ve ‘iktidar olabilmek ile iktidar kalabilmek arasındaki fark’ yani bana göre ‘politika’.

İktidar olabilmek için kullandığı söylemleri, iktidar olduktan sonra da devam ettirebilen kaç politikacı ve kaç siyasi parti sayabilirsiniz? Zaten bahane de hazırdır; yapılan yanlışları dile getirmek ve muhalefet etmek kolaydır ancak iş devleti yönetmeye gelince, koşullar ve zorunluluklar değişir. Acaba gerçekten de değişir mi?

Doğal olarak iktidar olmayı hedefleyen bir muhalefet partisi, sürekli olarak asgari ücretin azlığından yakınır ve kendi iktidarında nasıl hakkaniyetli toplu sözleşmeler yapacağını anlatarak oy ister. Pekiyi iktidara gelince ne olur? Birdenbire, ülke kaynaklarının aslında ne kadar kıt olduğunu fark eder, aklı başına gelir ve Banker Bilo filminin meşhur repliğini kullanmaya başlar; “Tamam yaptım ama sor bakalım bi kere niçin yaptım?” Sanırım bunun adı da halkı kendinden soğutma sanatıdır.

Dünyanın, demokrasiyle yönetilen hemen her ülkesinde; kapitalist ekonomi ile kalkınmayı doğru bulan sağ partiler ile kalkınırken sosyal adaleti daha fazla önceleyen politikaları savunan sol partiler var. Örneğin bazı Avrupa ülkelerinde, iktidara gelen merkez sağ partiler iyi bir yönetim sergiledikleri takdirde yeniden seçiliyor ve solun söylemleri kulağa daha hoş gelse de işçi sınıfı dahil toplumun birçok kesiminden oy almaya devam edebiliyorlar. Özellikle ekonomide başarısızlığa uğramaları durumunda ise halk sol bir partiyi iktidara getirip “Haydi, sen daha iyisini yap” diyebiliyor.

Kuzeyde ise tam tersi yaşanabiliyor. Uzun yıllar iktidarda kalan bir sol parti, yine ekonomik başarısızlık nedeniyle iktidarı bir sağ partiye devredebiliyor. Dikkat çeken bir unsur; her iki durumda da iktidar değişikliği bürokrasinin tamamında da bir değişiklik yapılması sonucunu doğurmuyor. Hele ki genel müdüründen çaycısına kadar kadro değişikliği, sanırım o ülkelerde hiç yaşanmıyor. O ülke vatandaşlarının yaygın kanısı da; seçimle iktidara gelen hangi siyasi parti olursa olsun, ülkede refah seviyesini yükseltmek ve ülke çıkarlarını korumak adına çalışacağı ve sadece kullanılan yöntemler ve uğrunda mücadele edilen idealler arasında farklılıklar olabileceği yönünde. Dolayısıyla siyasi partileri, yense de yenilse de taraftarı olmaya devam edecekleri bir futbol takımı gibi görmeyip programları ve vaatlerine bakarak oylarını kullanıyorlar.

Elbette bizim ülkemizde de siyasi partiler açısından durum farklı değil. Önceliği vatan ve millet olan kadrolarla iktidara gelmek ve ülkeyi daha iyi yönetebileceklerini halka göstermek için verdikleri bir mücadele söz konusu.

Diğer taraftan; seçmen statüsündeki vatandaşlarımız arasında, ne olursa olsun partisini değiştirmeye yanaşmayacak olanların sayısı hiç de az değil. En azından yakın zamana kadar öyleydi. Son yıllarda, partiler arasındaki oy geçişkenliğinin ve seçim tarihinden neredeyse birkaç gün öncesine kadar hala kararsız olduğunu söyleyen seçmen sayısının arttığı da bir gerçek. Genellikle beni şaşırtan nokta ise; iktidardayken oy kaybetmeye başlayan bir sağ parti seçmeninin, gelecek seçimlerde alternatif olarak yine bir sağ parti arayışı içerisinde olması.

Tabii ki günümüzde sağ ve sol görüşler, eskiden olduğu kadar siyah ve beyaz değil. Sosyal adalet ve fırsat eşitliğine öncelik veren bir merkez sağ parti, sadece muhafazakarlardan ya da merkez sağ seçmenden değil, kendisini sosyal demokrat olarak tanımlayanlardan da rahatlıkla oy alabilir. Aynı şekilde; işçi hakları kadar, ülkede istihdam yaratmak için özveriyle çalışan yatırımcı işverenlerin haklarını da koruyacak ve muhafazakar olsun ya da olmasın tüm yurttaşlara eşit yaklaşım sergileyecek bir sol parti de toplumun her kesiminden oy alma şansına sahip.

Dünya genelinde siyaset ve politika ne kadar zor ve meşakkatli olsa da aslında izlenecek yol sanıyorum o kadar karmaşık değil. Muhalefet, seçmeni; “Ne kadar iyi bir oyun çıkaracağımı ancak sahada görebilirsin. Beni yedek kulübesinde oturtma” diyerek ikna etmeli. İktidar da enerjisini, halkı kendisinden soğutmaya değil dar gelirlilerin yuvalarını ısıtmaya harcamalı.

Acaba hayal mi kuruyorum, bunu yapmak gerçekten çok mu zor? Bunun cevabı elbette siyasetçilerde ama halkı ne derece tatmin ve ikna edebildiklerinin cevabı ise sandıkta. Sandık ne zaman mı kurulacak? Takvime göre henüz zamanı var, bana göreyse çok uzak değil. Kuvvetli bakınca hayal meyal de olsa seçilebiliyor.