Bu hafta yayınlanmak üzere gazeteme iki yazı verdim. Birinin başlığı “Toplama Kampı”, öbürünün “Hayvanlar Alemi” idi…

Yayına girmeden tüm yazılar hukukçumuz tarafından incelenir. Durup dururken başımıza bir iş! açılmasın istenir. Adımız dokuza çıkmış bir kere ne yapsam artık inmez sekize…

Nasreddin Hoca’mızdan bir fıkra yazsam okuyan altında çapanoğlu arıyor. Sıradan bir yazımı dahi en az üç defa okuyor, ön sansürden geçiriyorum. Bu nedenle bazen tatsız tuzsuz hastane yemeğine benziyor. (Lafın gelişi yazdım ama bu defa oradan cevap gelecek!)

Küçük bir şehirde yaşıyoruz, kolunu sallasan bir yere elbette değiyor. En çok tepkiyi de oğlum Ender’den alıyorum; “Baba yazma! En çok bana zarar veriyorsun insanlar oraya buraya çekiyor. Siyasi bir yönün, gelecekten beklentin olsa katlanacağım. Çekil artık bir kenara” diyor.

Haklı bence. Çünkü gerçekten siyasetten bir seçimim yoktur. Hele soldaki partiler… Tamamı benim sağımda kalır. Bir iktidar olsalar; muhalefet nasıl yapılır? Gelip benden öğrensinler.

Konuşurken ağzı, yazarken kalemi bozuk oluşum, olaylara ve insanlara “şeytanın gör! dediği” yerden bakışım sıkıntı veriyor.

İnsanımız daha güzel bir ortamda, aydınlık yarınlarda yaşasın diyenler çok ağır koşullarda cezalandırıldığı için “öküzün altında buzağı” görsen gözlerini kapatacaksın. Ama her sayfası dolu dolu yaşanmış bir ömür kesitim 55 yılım var benim. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını çıkartırsam kalan bir 55 yıl.

Bu şehrin yarım asrı geçen sürede “yaşayan canlı kaynağı” sayılırım.

Bilirim hangi siyasi görüşten olursa olsun. Neredeyse okurlarımızın tamamınca sevilir sayılırım. Ben de insanımı çok severim.

Bazen tadını kaçırsam da küfürlerimin içinde bile sevgi vardır.

Kendime verdiğim son görev bu; YAZACAĞIM. Önümüzdeki günlerde bu yazının başında adı geçen o iki yazıyı da yayına vereceğim.

Gazetemin adı “PERVASIZ” kendisi de öyle… Bana gelince…

Siz zaten biliyorsunuz! ... Ne olduğumu.