Mehmet ağa tüm yaşamı boyunca İstanbul hakkında söylenen “Taşı toprağı altın” sözünü duymuş ve bir gün nasibini toplamak için Haydarpaşa Garı’ndan İstanbul’a inmiş. Kaldırıma adımını atar atmaz yerde altın bir kolye görmüş. “Vay anasına! demiş, Dedikleri doğruymuş.” Tam eğilip alacakken içinden bir ses; “Boş ver” demiş, “Alma! Gelir gelmez toplamaya başlama.” Almadan yürüyüp gitmiş.

***

Birkaç hafta önce Antalya-Kemer’de bir otele ailemle birlikte tatile gittik. Odamızın hazırlanmasını beklerken boş oturmak yerine inceleme yapmak için havuza bakan kapıdan dışarıya çıktım. Karşıma Fizik-Kimya-Matematik hepsi 5/5’lik bir Rus kızı geldi. Neredeyse hiç bakmadan yoluma devam ettim. Evet! Otel tamamen Rus ve eski Sovyetler Birliği vatandaşlarıyla doluydu. Oradaki tek Türk aile bizdik ama kapıda gördüğüm kızın aksine hepsi yaşlı, kilolu, çirkin ve sevimsizdiler.

Bu tipleri birkaç yıl önce, Rusya gezilerimin birinde, Petersburg Hermitage “Saray-Müzesi’nde” görmüştüm. Kimine göre dünyanın 1 numaralısı bu mekan yüzlerce salonunun her birinde, giriş ve çıkış kapılarının yanına konulmuş sandalyelerde bu tip kadınları gördüm.

Yaşlı, kilolu, çirkin…

Bunlar o ünlü Rus kızlarının anneanne veya babaanneleriydi…

Oradaki salonların birinde, Prut Savaşı’nda tam Rus ordusunu tepelemişken araya giren, Paşa’yı çadırının içinde barışa ikna eden (!) Kraliçe Katerina’nın tablosunu görmüştüm:

190 boyunda, 150 kilo ağırlığında, bir dudağı yerde diğeri gökte, dev anası gibi bir şey!..

Konuyu iyice dağıttık ama olsun. İşte ona benziyorlardı. Onları devletleri, sanki ödül olarak toplayıp kaldığımız otele göndermişlerdi.

Çok moralim bozuldu. Gece, tatili organize eden Şeneller Tur’dan Cem Atılgan aradı;

“Abi otel nasıl, beğendin mi? Bir sıkıntı var mı?” diye sorunca yanımda eşim olmasına rağmen, bütün cesaretimi toplayıp;

“Otel çok gözel ama halkını hiç sevmedim. Ne bu yahu! O dillere destan Rus kızlarından hiç biri yok” dedim.

Güldü. “Abi” dedi, “Çok sayıda müşterim beni aradı başka otellerden. Hepsi bu konudan şikayetçiydi… Ama benim valla suçum yok.”

Meğer orada da okullar açıldığı için geride bunlar kalmış.

Şimdi özellikle kadın okurlarım bana kızacak. “Sana ne el-alemin Rus kızlarından? Yaşına başına bak” filan diyecek.

Ekmek çarpsın kötü niyetim yoktur. Sanatkar olduğum için güzel sanatların her dalını severim. Güzel bir manzarayı, çiçeği, müziği vs. güzel olan her şeyi. Şimdi bu Rusları yok mu sayalım? Üstelik onları en büyük sanatkar yapmış, bakmasam cehennemine atar valla.

Benim bu sanatseverliğimden en çok sevgili eşim şikayetçidir. Bana 47 yıldır dayandığı için ellerinden öperim ama sonunda bir gün geldi, patladı;

“Naha! O gözlerin kör olsun” dedi. Meğer o an Allah’ın kabul saatiymiş, şimdi gözlerimin ikisi de yüzde 85 görme yeteneğini kaybetti, kalanıyla idare ediyorum. Siluet ya da genel görünümle yani.

Yazının başlarındaki o güzel kıza gelirsek; valla bir daha görmedim. İn mi? Cin mi? Bir daha hiç görmedim.

Şimdi sohbetin sonuna, ana fikrine gelelim. Samimiyetle yazıyorum. Bu Rus veya Ukraynalı kız işi vallahi şehir efsanesi. Aslında bunlar efsanevi yaratık filan değiller. Biraz boy bolca makyaj ve giyim kuşam, hepsi bu…

Şimdi kızlarımız bunların hepsini biliyor artık. Onlardan daha güzel oldular. Aradaki farkı kapatıp öne geçtiler.

Yaşasın “Türk Kızları.” Pişirdiği yenir, konuştuğu anlaşılır.