15 Temmuz 2016 sabahı sıcaktan bunalarak uyandı.  Mutfağına gidip tek tüpe çay suyunu koydu. Dolaptan dünden dilimlemiş peyniri kokladı hala gideri vardı. Çürümeye yüz tutmuş buruşmuş domatesi doğradı. On, on beş tane kalan zeytin tabağını da masaya koydu. Bu gün maaşı yatacak o da pazara çıkacaktı. Dünden kalan ekmeğiyle ne varsa yedi.  Önce dışarıya çıkıp bankaya gitti. Emekli maaşını çekti. Elektrik suyu ödedi. Kira parasını yatırdı. Kendine çok bir şey kalmamıştı ama kalan yeterdi. Öğlen bir simit alıp sahile gidip bankta oturdu. Denide bakarak bugün babasını daha çok özlediğini düşündü. İçindeki sızı çok daha büyüktü. Yüzü gözlerinin önünden gitmiyordu. Osman’ın evinin önünde bekleyişi, okula gelişi, ona her defasında daha sıkı sarılışı. “Geldiğin yeri unutma” derkenki yüzündeki hayal kırıklığı.  Yalnızlığına bir iç çekiş daha…

Kalkıp bakkal Metin’e gitti. Makarna, hazır çorba, konserve, zeytin, peynir, yağ, salça, şeker, çay aldı evine yürüdü. Bütün gününü dışarıda geçirmiş yorgun düşmüştü. Makarnayı suya saldı. Yumuşadığında süzüp, yağla salça da çevirdi. Onu yedikten sonra bu sabahki bulaşık suyu gibi çaydan haz etmemişti, yenisini demledi.

Çayını yudumlarken televizyon kanallarını gezdi. Saat 10 biraz geçmişti, TRT de sarı saçlı bir kadın spiker kireç gibi yüzüyle bir şeyler okuyordu. Mehmet sesini açtı.

“Türkiye cumhuriyetinin değerli vatandaşları,
sistematik bir şekilde sürdürülen anayasa ve kanun ihlalleri; devletin temel nitelikleri ve hayati kurumlarının varlığı açısından önemli bir tehdit haline gelmiş, Türk silahlı kuvvetleri dahil olmak üzere devletin tüm kurumları ideolojik Saiklerle dizayn edilmeye başlanmış ve dolayısıyla görevlerini yapamaz hale getirilmiştir.
Gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içerisinde olan cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri tarafından; temel hak ve hürriyetler zedelenmiş, kuvvetler ayrılığına dayalı, laik ve demokratik hukuk düzeni fiilen ortadan kaldırılmıştır…”

 Arka arkasına okunan bildiriden sonra sinyal yok yazısı çıkınca, kanalı değiştirip başka bir haber kanalına geçti. CNN Türk’te bir kadın spiker daha çıktı. Elinde telefon görüntülü konuşmayla (4,5 g diyorlardı buna) Cumhurbaşkanımızla konuşuyordu.

Cumhurbaşkanı darbeden için “bir takım cuntacıların ayaklanması. Milletimi meydanlara davet ediyordum. Havaalanlarına meydanlara gitsinler. “dedi. Mehmet derin bir nefes alıp camdan dışarıya baktı. Pek bir şey göremeyince serdirin altında duran Türk Bayrağını alıp hiç düşünmeden kendini dışarıya attı.

Önce 2 kişilerdi 3 sonra 10, 15 daha sonra 20, 30 ve daha sonra yüzlerce. Tankların üzerine yürüyen halk, vatanını savunan millet sokaklarda elde bayrak cuntacılara geçit vermiyordu. Mehmet hayatı boyunca üç darbeye şahit oldu. Birincisi; onun kitaplarını yasaklayan darbe, ikincisi; insanların hayatını alan, hayallerini çalan, milleti kendi sokaklarında dolaştırmayan, suskunluğa mahkûm eden darbe ve bu son darbe! Vatanını savunan, tankların altında kalan, kurşunlara kendi siper eden, vatan aşkı ile meydanlara çıkan Türk Milletinin Birliğiyle bütünlüğüyle sönen darbe… Mehmet 50 tonluk Tank, üzerinden geçtiği anda mutluydu. 62 yaşında artık büyük adam olmuştu…