Sağ gözünü açtığında geldiğinden beri içinde bulunduğu karanlığa teslim oldu. Kıpırdandığında hala sandalyede bağlı olduğunu anladı. Sol gözüne yediği yumruktan olsa gerek gözünü açamaya çalışınca acıyla inledi. Burnundan akan katılaşmış ve kırılan dişlerinden kalan kanının demir tadı hala ağzının içindeydi. Çok uzun süre olmamıştı buraya geleli ama en azından birkaç gün geçti diye düşündü. Yolda birden ensesinden gelen darbeyle sersemlenmiş sonrada bayılmıştı. Nerede olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu. Uyandığında ise burada bu karanlık izbedeydi. Abdül Baki ve adının Hasan Hüseyin olduğunu öğrendiği genç, başında dikilmiş onun ayılmasını bekliyordu. Kendine geldiğini görünce Hasan Hüseyin sırıtmış karanlıkta ağzındaki altın dişi parlamıştı. Sonra o dişlerini sıka sıka Mehmet’ten İsmail Hocayı neden sorduğunu öğrenmek için yumruklarını kullandı. Dayanmıştı. Onlara nedenini söylememiş yediği yumrukların acısıyla kıvranmıştı.

Şimdi yaptığı hasar tespite göre sol gözü şişmiş, burnu muhtemelen kırılmamış,(ama bir sonraki darbeye dayanamayacak haldeydi) dudağı patlamış ve vücudunun bazı yerlerinde morluklar vardı. Buna da şükür dedi. Birde sandalyeye bağlı olduğu için her yeri uyuşmuştu.

Abdül Bakinin sözleri çınladı kulaklarında;

“Konuşsan iyi edersin. İsmail Hoca birkaç güne gelecek. Onun ifadeni almasını istemezsin.” Demişti.

O birkaç gün ne zaman bitecek İsmail Hoca ne zaman gelecekti? Aslında onunla yüzleşmek için can atıyordu. Boğazına sarılıp nasıl öldürdün derken hayal etti kendini. Fakat şu an hiç müsait zaman değildi. Hele böyle eli kolu bağlı ve yaraları varken. O gelmeden buradan çıkmalıydı.

Ayak seslerini duyunca irkildi. Gözünü kapıya kenetleyip geleni görmeye çalıştı. Kapının açılmasıyla içeriye süzülen cılız ışıkta Abdül Baki elinde poşetle göründü. Ona doğru yüründü. Eğilip yüzüne baktı;

“Nasılsın bakalım Mehmet?” dedi ve sorusuna cevap beklemeden sağa döndü. Karanlıkta zar zor seçiliyordu ki Mehmet onu tek gözüyle takip etmeye çalışırken gözünü ağrıdı.  Gözünü kapatıp kulağını açtı, sağ tarafta bir yerde ayak sesi geliyordu. Biraz sonra elinde ikinci bir sandalyeyi Mehmet’in karşınına koydu. Poşeti açıp içinden kâğıda sarılı ekmeği çıkarttı. Yanına su şişesini koydu.

“İsmail Hoca yarın geliyor. O gelinceye kadar gücünü topla. Şimdi elinin birini serbest bırakacağım. Sakın yaramazlık yapayım deme” dedi.

Elinin birini çözüp diğer elini sandalyeye daha sıkı bağladı. Canı acıdığı için yüzünü buruşturdu ama ses etmedi.  Boşta kalan eline Ekmek arası Köfteyi tutuşturdu. Sonrada karşısına geçip çöktü. Mehmet’e acıyordu. Ne işi vardı burada? Temiz çocuğa benziyor geleceği de parlaktı belli. Ama şimdi İsmail denen kan emicinin eline düşmüştü. Uyarmak boynunu borcuydu. Belki aklını başına devşirir kendini kurtarırdı. Boğazını temizleyip Mehmet’in dikkatini çektiğini anlayınca söze girdi.

“Bak Mehmet, İsmail Hocayla ne derdin var bilmem. Ama belli ki temiz çocuksun. Aklını başına topla, bu adamlar sandığından daha tehlikeli. Yarın geldiğinde af dile bir şey uydur kurtar kendini. Yoksa ömrü billah bu adamdan sıyrılamasın.” Tıpkı benim gibi diye düşündü.

Mehmet Abdül Bakinin bu samimi konuşmasından etkilendi ama o canavardan af dileyeceğine ölmeyi yeğlerdi. Aysel’i bir kez yüzüstü bırakmıştı zaten. Buradan çıkmalıydı, hem de bu gece yoksa onun için çok geç olabilirdi. Belli ki Akif de izini bulamamıştı. Yoksa şimdiye kadar polisle kapılarına dayanması lazımdı.

Patlayan dudağında akan kanın demir tadının karışımıyla yemeğini yedi. Ayak seslerinden Abdül Bakinin geldiği anladı. Elinde bir bardak çay ile kapıda görünce ciddi yüz ifadesini korumaya çalıştı. Sesinin titremesine dikkat ederek;

“Tuvalete gitmem lazım” dedi.

Abdül Baki;

“Tamam seni çözeyim” dedi. Arkasına geçip ellerini çözdü. Ayaklarını çözmek için eğildiğinde gözlerinin içine bakarak;

 “Yanlış bir şey yapmaya kalma haa” diye ekledi. Sesindeki tondan ve yüzündeki ifadeden Mehmet uygun zaman olduğunu anladı.

Bileklerini ovarken “sağ ol “dedi Mehmet. Uyuşan bacaklarıyla bastığında düşmemek için Abdül Baki’ye tutundu. Karıncalanan ayaklarının kan dolaşımını hızlandırmak için sallamaya başladı. Kendini toparlayınca kapıya doğru yöneldi. Abdül Baki önde o arkada kapıdan çıktı. Kaldığı yerin müstakil bir evin bodrum katı olduğunu o zaman anladı. Bahçenin etrafını dolaşarak tahta kapılı tuvalete girdi. Gördüğü kadarıyla tuvaletin arkasındaki bahçe genişti ve dört tarafı yüksek duvarlarla çevriliydi. Bu uyuşmuş ayaklarıyla duvara tırmanamazdı. Bir de Abdül Baki vardı. Durup bir nefes aldı. Yerden bir taş alıp Abdül Baki’yi bayıltacaktı. Başka yolu yoktu, bugün buradan çıkması lazımdı. Onun için yarın yoktu.

Dışarıya çıkıp yerde bulunan çeşmenin buz gibi suyunda ellerini yıkadı. Havanın soğukluğu içini titretti. Karın güzelliği geçmiş yerini ayazına, buzuna bırakmıştı. Suyun temas ederek sızlattığı yaralarına aldırmadan birkaç defa su çarptı yüzüne. Arkasını döndüğünde Abdül Bakinin orada olmadığı görünce şaşkınlıktan tutuldu ama çok uzun sürmedi. Hemen evin yan tarafından dolaştı. Tahmin etiği gibi sokağa açılan demir kapı oradaydı. Eve baktı, arkalarda bir yere ışık vardı. Ama evin önü tamamen karanlıktı. Yavaş adımlarla sokak kapısına doğru yürüdü.   Demir kapıyı tutup dişlerini sıkarak kilidini açtı. Sesi duydular mı diye dönüp eve tekrar baktı. Duysa da Abdül Baki’nin çıkmayacağını biliyordu. Ama evde başkası olması ihtimaline karşı tedbirli olmak zorundaydı. Tuttuğu eliyle kapıyı kendine doğru sertçe asıldı. Açılan kapıdan ilk adımını atmıştı ki; Hasan Hüseyin sorgulayan yüzünü gördü, sonrası o yüzün burnunun üzerine hızla çarpmasıydı. Geriye doğru sendeleyip arka üstü düştü.

Hasan Hüseyin zafer kazanmış bir edayla, koşarak gelen Abdül Baki’ye döndü;

“Sahip çıkamayacaksan biz bakalım bu bebeye” dedi.

Abdül Baki bu oğlanın tavırlarını hiç sevmiyordu. Sert bir dille uyardı;

“Yemek vermiştim. Demek ki fırsat bilmiş. Sen işine bak ben hallederim.” Dedi.

Hasan Hüseyin;

“Görüyoruz nasıl haletliğini” diye cevap verdi.

“Açlıktan ölse miydi? Yarın İsmail Hoca onu canlı istiyor. Haydi, canım akşam akşam git işine” diyerek Mehmet’i kolundan tuttuğu gibi karanlığa geri götürdü.