İstanbul imar rantlarının, tümüyle kendi kapattıkları yerleri kapsaması için büyük gayret gösterdikleri açıkça belliydi zaten.

1-Önce "Tüm imar değişikliklerini onun emriyle yaptığını" söyleyerek istifa eden; sonra da pişman olup geri dönen akrabaları yetkilinin sözlerinden de; böyle bir amaç ve eylemlerin olduğu açıkça anlaşılmaktaydı!

2-Bazı mahkeme safahatları ve karşılıklı suçlamalar, her şeyi ortaya  çıkarmıştı.

3-televizyonlara düşen telefon konuşmalarından da; para yığınlarına olduğu kadar, imar vurgunlarına da önem verdikleri belli oluyordu.

Çok geniş boş alanları bulunan Atatürk Hava Limanı dururken; aynı kente ve aynı semte; (kapattıkları tarafa) üçüncü havaalanı yaparak ve gerekmediği halde, üçüncü boğaz köprüsü kurmaya kalkışmak da; o doymazlığın alameti ve devamıydı.

Yatırımları, ucuza satın alıp kapattıkları bölgelere yığarak rantlarını yüzlerce kat çoğalttıkları konusu bir yana... O yatırımları yapabilmek için İstanbul'un nefes alabileceği kıt ormanları ve yer kalmadığı için yeniden yetiştirilmesi olanaksız hale gelen yeşil alanları yok etme istekleri ise; ayrı bir cinayet oldu. Deprem beklenen bir bölgeye, devlet parasını bu kadar çok gömmek; tedbirsizlikten de fazlasıdır.

Devlet kaynaklarımızın kıt ve sınırlı olması; ülkemizin diğer kentlerine ve kırsal kesimlerine; özellikle de başkente; gereken hatta yapılması zaruri olan yatırımları, imkansız hale getirdi. Halkımız ve devletimiz, Almanya ve diğer Avrupa Birliği ülkeleri kadar, hatta Rusya ve birçok Arap ülkeleri kadar zengin değil ki! Ulusal birikimlerimizin çoğunu enerji ithalatına harcıyoruz. Kendi çıkar ve isteklerine göre yaptıkları rant yatırımları yerine; halkımızın rüzgar ve güneş enerjisinden yararlanması için adımlar atsalardı; daha yararlı iş yapmış olurlar ve dualar kazanırlardı.

Diğer taraftan, dış ticaretimiz ve ihracatımızın en büyük bölümünü yaptığımız Avrupa'ya yönelmek ve Avrupa Birliğine girebilmek dış politikamızın en önemli amacıydı. Son dönemde üst üste hızla ve hırsla çıkarılan yasalarla; Yargı Adalet bakanına ve dolayısıyla yönetime bağlı hale getirildi. Hatta o yasa çıkmadan bile, birçok Cumhuriyet Savcısının yerleri değiştirilmiş; ötelenmişlerdi. Adli kolluk gücünü teşkil eden Emniyet Müdürleri ve polisler darmaduman edilmişti. Hiçbir demokrasi ülkesinde Yargı yönetime bağlı değildir. İslam geleneğinde de, mahkemeler ve kadı efendiler hiç kimseye; hatta padişaha bile bağlı değildiler. Eskiden bir büyük şehre, ülkenin sultanı gitmiş. Herkes onu karşılamış. Kadı, karşılamaya gitmemiş. Sultan kadının yanına varıp; "Eğer beni karşılamaya gelseydin; kelleni şu kılıçla kesecektim." demiş. Kadı ise; "Eğer seni karşılamadığım için beni azarlasaydın; seni şu aslana yem edecektim!" diyerek; yanındaki perdeyi açmış. Orada kükreyen bir aslan varmış"   YARGIMIZIN YÖNETİME BAĞLANMASI, AVRUPA BİRLİĞİNE GİREBİLMEMİZİ DE İMKASIZLAŞTRDI. Dünyadaki itibarımızı da yok etti. Bu hatayı, Almanya, ABD ve tüm demokrasi ülkeleri kınadı. Ama başımızdakilerin  umurlarında bile olmadı. Bildikleri anti demokratik yolda, hızla gidiyorlar.