Osmanlı Devleti, kuruluşundan yıkılışına kadar evvela Monarşi daha sonra da Meşrutiyet yönetim biçimi ile yönetilmiştir. Monarşi yönetimi, Orta Çağ'da etkili ve güçlü bir yönetim şekli olmasına rağmen zaman geçtikçe, özellikle de 1789 Fransız İhtilali'nden sonra artan milliyetçilik akımları ve demokrasi talebi karşısında etkisini yitirmeye başlamıştır. 19. yüzyılın ortalarında, başta Avrupa olmak üzere, güçlü imparatorluklarda isyanlar ve ayaklanmalar baş gösterdi. Bunun sonucunda bazı Prenslikler ve özerk eyaletler bağımsızlıklarını kazandılar. Bundan Osmanlı İmparatorluğu da nasibini aldı. Avurapa'daki topraklarında yaşayan, Sırbistan, Arnavutluk, Makedonya, Romanya, Yunanistan ve daha birçok Avrupalı halk Osmanlı Devleti'den ayrılmıştı.Ancak bununla sonuçlanmadı. Osmanlı Devleti, Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla beraber azınlıklarla ilgili birçok ıslahat yapılmasına rağmen devletin içindeki milliyetçilik ve azınlık isyanlarına engel olamamıştır. 1908 yılına kadar isyanlar devam etmiş ve imparatorluk artan toprak kayıplarının da etkisiyle dağılma sürecine girmişti. Özellikle de Sultan Abdülhamit, Meşruti rejimin kendi mutlak iktidarını kısıtlamasından memnun değildi. Sonunda 93 harbini bahane ederek meşrutiyete son verdi ve meclisi lağvetti. Bu davranışının yıkıcı etkisi olacaktı. Zira o zamana kadar nispeten de olsa Osmanlı Devleti'nde yaşayan azınlıklar kendilerini mecliste temsil edebiliyor, çeşitli kalemlerde görev alabiliyorlardı.Meşrutiyet'in kaldırılması ve meclisin kapatılmasıyla azınlık isyanları tekrar başladı. Artık Osmanlı'nın Avrupa'daki son toprak parçası olan Doğu Rumeli' de Bulgarlar ve diğer çeteci komitalar, Doğu Anadolu'da da Ermeniler, Abdülhamit'e ve monarşi yönetimine karşı ayaklanmışlardı. Avrupalı devletler ve medya organları hemen hemen her alanda, Abdülhamit karşıtı propagandalar yayımlıyorlardı. Sultan Abdülhamit, artan siyasi baskılar ve ayaklanmalara daha fazla direnç gösteremedi ve 2. Meşrutiyet'i ilan etmek zorunda kaldı. Meşrutiyet'in ilan edilmesiyle ayaklanmalar ve isyanlar nispeten de olsa duraklamış, meclisin tekrar açılmasıyla, azınlıklar kendilerini yeniden temsil hakkına sahip olmuşlardı.Ancak bu huzur ortamı çok sürmedi. Yeni rejimden memnun olmayan ve eski düzeni yani mutlak monarşiyi tekrar getirmek isteyen bazı kesimler, meşrutiyeti yıkmak için isyan başlatmışlardı. İşler kısa sürede çığrından çıkmış, isyanı bastırmak için gönderilen Avcı Taburları'ndan bir grup da isyana katılmıştı.  İsyana katılanların adeta gözleri dönmüş, meclis önündeki bazı subay ve gazetecileri feci şekilde öldürmüşlerdi. Durumun ciddiyetinin farkına varan İttihatçılar, Selanik'te bulunan Mahmut Şevket Paşa kumandanlığındaki Hareket Ordusu'nu İstanbul'a gönderdiler. Mahmut Şevket Paşa'nın, çıkan isyanı bastırmaya giderken kaydedilen konuşması İttihatçıların, Abdülhamit yönetimi ve isyancılara karşı tavırlarını net bir biçimde özetliyor. (Ses kaydını İnternetten bulabilirsiniz)Mahmut Şevket Paşa'nın komutanlığını, Mustafa Kemal'in kurmay başkanlığını yaptığı Hareket Ordusu, isyanı kısa sürede bastırdı. Ancak tüm bu olanlardan sonra, tüm nefretin odağı haline gelmiş olan Sultan Abdülhamit, tahtta kalamazdı. Bu sebeple Enver Bey ve arkadaşları Abdülhamid'i ve hükümeti devirmek için Babıali hükümet binasını bastılar. Enver Bey, bu darbeyi kansız bir şekilde gerçekleştirmek istiyordu. Bu sebeple istifa dilekçesini müzakere yoluyla imzalatmak niyetindeydi. Ancak hükümet üyeleri, mukavemet gösteriyorlardı. Buna daha fazla sabredemeyen ünlü silahşor Yakup Cemil, "Bunlara da laf anlatılmaz ki şimdi" diyip Harbiye Nazırı Nazım Paşa'yı kurşunlayarak öldürdü. Bu olay, İttihatçılarda da şok etkisi yaratmıştı. Ancak ok yaydan çıkmıştı. Güzellikle imzalatamadıkları istifa dilekçesini, Sadrazam Kamil Paşa'nın kafasına silah dayayarak imzalatmışlardı.Bu olanlardan sonra bir heyet, Abdülhamit'e hal'edildiğini ve Selanik'e sürüldüğünü bildirdi. Böylece 33 yıllık Abdülhamit dönemi sona ermişti. İstifa dilekçesini alan Enver Bey, yeni Padişah Mehmet Reşat'a yeni hükümeti onaylatmış ve Mahmut Şevket Paşa'yıda Sadrazam olarak atamasını istemişti. Mahmut Şevket Paşa, Sadrazam olur olmaz Balkan Savaşları'nın hüsranı ile karşılaştı. Bir tarafta İttihat ve Terakki iç çekişmeleri bir taraftan da hükümetine karşı çıkan muhalefetle uğraşmak zorunda kaldı. Bunun neticesinde planladığı birçok ıslahat ya gecikmiş ya da yapılamamıştı. Sadrazamlığı sırasında 1913 yılında, üstü açık bir araba ile Bayezit Meydanı'nda giderken, uğradığı silahlı suikast sonucunda hayatını kaybeti.Ancak bu ölüm İttihatçıların gücünü sarsmadı. Yerine daha sakin ve ağırbaşlı, Padişah tarafından da sevilen, sayılan bir İttihatçı olan Sait Halim Paşa getirildi. Sait Halim Paşa, Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın torunudur. Siyasi yönden güçlü bir aileye mensuptur. Ancak siyasi gücü, Saray'a damat olan Enver Paşa'nınki kadar güçlü değildir. Savaşa karşı olan ve tarafsız kalınmasının gerekliliğini savunan Sait Halim Paşa, 1. Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla beraber diğer kabine arkadaşları ile beraber istifa etmiştir.Sait Halim Paşa Hükümeti'nin yıkılmasıyla, artık ülke tamamen kemik İttihatçı kadrosu yani "Üç Paşalar" diye adlandırılan: Sadrazam Talat Paşa, Başkumandan Vekili yani Genelkurmay Başkanı Enver Paşa ve Bahriye Nazırı Cemal Paşa tarafından yönetiliyordu. Tüm kararları bu üç Paşa alıyordu. Tarihçi İlber Ortaylı'ya göre bu paşalar, vatanseverlerdi ancak tecrübesiz oldukları için devleti iyi yönetememişlerdi. Üç Paşalar arasında da görüş ayrılıkları vardı. Enver Paşa, sıkı bir Alman hayranı idi. Bu sebeple savaşa Almanya'nın yanında girmeye sıcak bakıyordu. Cemal Paşa ise Almanya'nın, Osmanlıya değil yardımcı yük olacağı kanaatinde idi. Talat Paşa ise daha temkinliydi. Son ana kadar Rusya ve İngiltere ile temaslarda bulunmuş ve ittifak anlaşması önermişti.Ancak, hangi taraf olursa olsun savaş kaçınılmazdı. Tüm itilaf devletleri, Osmanlı ile hesap görmek niyetindeydiler. Bunu gören Enver Paşa, Alman Amiral Suschon komutasındaki Osmanlı Donanması'na, 29 Ekim 1914 yılında Rus limanlarını bombalaması emrini verdi. Artık Osmanlı Devleti, bizzat savaşa dahil olmuştu. Bu karardan son ana kadar kabine üyelerinin dahi haberi yoktu. Bir devlet, meclisin onayı olmadan resmen bir savaşa girmişti.Meşrutiyet Rejimi, İttihatçıların mutlak iktidarı için bulunmaz bir nimet olmuştu. Bu yönetim sürecinde ordu ile siyaset tamamen birbirine karışmıştı. Savaştan Osmanlı Devleti yenilgiyle ayrılmış, devleti yöneten İttihatçılar, can güvenliklerinden endişe ettikleri için ülkeyi terk etmişlerdi. Ancak her biri, sözde Ermeni Katliamı'nın intikamını almak isteyen Ermeni Komitacılar tarafından şehit edilmişlerdir.Sonuç olarak; Osmanlı Devleti, 1789 Fransız İhtilali'nden sonra imparatorların monarşi rejimlerinin zayıflaması, azınlıkların bağımsızlıklarını kazanmasıyla beraber artan toprak kayıplarının etkisiyle de yıkılma sürecine girmiştir. Osmanlı Devleti, çağa ayak uyduramamış, mutlak monarşi iktidarlarını korumak isteyen padişahlar yüzünden yıkılma süreci hızlandırılmıştı. Avrupalı devletler de bunu bahane ederek Osmanlı Devleti'ne baskı uygulamışlar ve yıkılmasını hızlandırmak için milliyetçilik akımlarını desteklemişlerdir. Fransız İhtilali'nden neredeyse yüzyıl sonra, 1876'da Sultan Abdülhamit tarafından 1. Meşrutiyet ilan edilmiş, ve Kanun-i Esasi denilen anayasa kabul edilmişti. Ancak bu rejim taleplere cevap vermemiş ve 93 harbini bahane eden Abdülhamit tarafından kaldırılmıştı. Bu olaydan sonra, tam 30 yıl boyunca "İstibdat" adı verilen baskıcı bir monarşi yönetim hüküm sürdü. 2. Meşrutiyet ise tamamen İttihatçılar'a yaradı. Çünkü bu seferde devleti, İttihatçılar tek başlarına yönetmeye başlamışlardı. Padişah "kukla" haline getirilmiş ancak bunun yanında meclis de sembolik hale getirilmişti. Yani meclis hukuken var ama alınan kararlar meclisten dahi geçirilmiyordu. Enver Paşa'nın bir sözü kafiydi.Her iki rejime de tanık olan Mustafa Kemal, hem monarşi hem de meşrutiyetin yeni Türkiye Devleti'nin yönetim biçimi olamayacağını savunmuştur. Bunu şu sözlerle dile getirmiştir:"Malumdur ki, Osmanlılar devrinde, muhtelif mesleki siyasiler takip olunmuştu ve olunuyordu. Ben, bu siyasi mesleklerin hiçbirinin, yeni Türkiye teşekkülü siyasisinin mesleki olamayacağına kani olmuştum."(Nutuk, 2. Cilt, sayfa:434)