İki yanı ağaçlarla çevrili ıssız Akşehir İstasyon Yolu, gece karanlığında işgalci İtalyan askerlerince nöbetleşe bekleniyor, çadırlarda kalan İtalyan askerlerinin kahkahaları gecenin sessizliğini bozuyordu.

İstasyon, İtalyanların komutası altındaydı. Yüze yakın İtalyan askerinin Akşehirlileri sindirme, emirleri altına alma, milli mukavemeti kırma siyaseti, Akşehir İstasyonu’ndaki komutan odasından aldıkları emirlere göre şekilleniyordu. Fakat tüm bu girişimleri Akşehirlilerin tepkileriyle karşılaşıyor, Akşehir’e her girişleri hüsranla sonuçlanıyordu. Bu yüzden komutan odasında her türlü hakarete maruz kalıyorlardı. İşgalin ilk günlerinde birkaç kez Akşehir’in içine girmeye yeltenmişlerse de başarısız olmuşlar, ancak bu kez de Rumlarla ve Ermenilerle kurdukları diyaloglarla şehir merkezine nüfuz etmeye başlamışlardı.

Akşehir’deki Türk Mahallelerine gelerek Çınaraltı’ndaki asırlık çınara, Ulu Cami kubbesine, hatta bacalara yuva yapan leyleklere nişan alıp ateş eden ve halkın tepkisiyle karşılaşan İtalyan askerleri, bu kez de işgal siyasetlerine Rum çocuklarını alet ederek Akşehirlilere karşı acımasız ve sinsi emellerinin peşine düşmüşlerdi.

Komutan ve Sabri komuta çadırındaydı.

Komutan: Akşehirlilerin cephaneliklerinin yerini biliyor musun? dedi.

Sabri:

-Bilmiyorum, fakat öğrenebilirim. Türk Mahallelerinde arkadaşlarım var.

-Çok güzel.

-Askerrr!

Bir asker çadırdan içeriye girdi.

Komutan:

-Çocuğa şeker verin.

Asker, beş dakika içerisinde çocuğa şeker getirdi.

Komutan:

-Şimdi dışarıya çık, askerden ayakkabı boyası iste, şu çizmelerimi de bir parlatıver bakalım. Yarın sabah yine Akşehir’e gireceğiz. Bu kez Türklerin hepsini keseceğiz, buraların yeni sahipleri bizler olacağız.

Sabri dışarı çıktı. Kapının önünde nöbette bekleyen şeker getiren asker:

-Çocuk nereye?

-Ayakkabı boyası alacağım, komutanın çizmelerini boyamak için.

Asker:

-Gel benimle.

Birlikte yürümeye başladılar. Otuza yakın çadır vardı. İçlerinden kahkaha sesleri geliyordu. Çadırların biraz uzağında ise diğer çadırlardan daha büyük bir çadır.

Sabri:

- Bu çadır ne çadırı?

-Ne olacak cephanelik, çocuk. Bu cephaneyle Türkleri yok edeceğiz.

Sabri:

-Silahınız da çok mu? diye sordu.

-Evet. Yarın göreceksin, bu el bombaları ile Akşehirlileri nasıl yok edeceğiz. Haydi al şu boyayı şimdi komutanın çizmelerini boya da komutanı kızdırmayalım.

Sabri elinde boya kutusuyla komutanın odasına girdi. Asker ise kapının önünde nöbet beklemeye başlamıştı.

İçeriye girdiğinde komutanın çoktan sızmış olduğunu gördü.

Sabri’nin babası savaşta şehit, ağabeyi ise gazi olmuştu. Nasıl olsa o da bir gün gelip de ölecek değil miydi? Hem savaşta daha kimleri kaybetmemişti ki? Amcasını, amcasının çocuklarını, dayısını… Hepsi de bu vatan için ölmemişler miydi? Kızdığı, nefret ettiği İtalyanların burada tümünü öldürmek, Türk Milleti için, Akşehir için ele geçmeyecek bir fırsattı. Böylece bir saat kadar geçti. Çadırın arkasına dolandı. Gözleri nöbetçi askeri aradı. Askerlere görünmeden çadırın arka kapısından içeriye girdi.

Uzunca bir süre dua etti. Allah’a sığındı ve el bombasının pimini çekti.

İstasyondaki patlama sesi ile Akşehir’i sarsan, Tekke’den, Bermende’den, Engilli’den, Sultan Dağları’ndan bile hissedilen infilak sesleri duyuldu. Akşehir uyanmış, İstasyondan gelen patlama seslerinin ardından bıraktığı alevler Akşehir ve çevresinden görünüyor, patlamanın etkisiyle parçalanan askerlerin cesetleri havalarda savruluyordu.

Akşehir İstasyonu’ndaki patlamaların sebebi anlaşılamadı.

Mehmet Ali:

-Şehit oldu kardeşim, şehit oldu anne, başımız sağ olsun, vatan sağ olsun, diyebildi.

O günün sabahında sağ kalan birkaç İtalyan askerinin Akşehir’i terk ettiği duyuldu.

B İ T T İ.