Nasıl ki ülkemizde son jenerasyonu oluşturan gençler, doğdukları günden rüştlerini ispat ettikleri yaşa gelinceye kadar tek bir partinin iktidarına şahit oldularsa benim de çocukluk ve gençliğim, iktidarın demirbaşı Süleyman Demirel ve müzmin romantik muhalif Bülent Ecevit atışmalarıyla geçti.

Genel olarak politikalarına isyan ettiğim Demirel; “NETEKİM” sonu 12 Eylül darbesiyle biten dönem boyunca olduğu gibi sonrasında da Türk halkı tarafından “BABA” olarak kabul edildi. Seveninin de sevmeyeninin de kendisine Baba dediği, Türkiye’nin defalarca Başbakanı ve nihayetinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de bazı çocuklarına kötü, bazılarınaysa daha iyi babalık yapmasına rağmen, en azından espri anlayışı ve eleştiriye tahammülü ile gerçekten babalık da yapmadı değil. Doğrusunu isterseniz, zaman zaman mumla arandığı da olmuştur.

Bir TRT kanalında yayınlanmış videosuna bugün de Youtube üzerinden ulaşılabilen haberde, kendisine verilen bir ödülü alırken yaptığı konuşmayı izlediğim Demirel bakın neler söylüyor:

“Geçen gün gittiğim bir ilimizde herkes ‘Baba Hoş geldin’ diyordu. Sonra Antalya’ya geçtim. Sokaklarda vatandaşlar ‘Baba baba’ diye sesleniyordu. Bugün de buraya geldim, babayı buldum. (Salonda kahkahalar) Bana bu ödülü verdiniz. Vermekle de iyi ettiniz. Ödülü bana vererek çok doğru bir şey yaptınız. (Kahkahalar ve alkışlar)”

Baba, ödül için teşekkür etmesi beklenen konuşmasında tebrikleri kabul etmekten ziyade, kendisine ödülü verenleri tebrik ediyordu.

Bir başka önemli anekdot; yıl 1991, yeni Başbakan olmuş, iktidarı devralmış, gazetecilerle konuşuyor. Bir gazeteci soruyor; “Başbakan olur olmaz zam yaptınız. Halk hala size Baba diyecek mi?”  Demirel’in cevabı, siyaset derslerine konu olacak nitelikte:

“Ne zammı yapmışız ki? Zammın bizimle ne alakası var? Yeni hükümet niye zam yapsın? Zammın hoş bir şey olmadığını, kimseyi sevindirmediğini biz bilmiyor muyuz? Öyleyse, popülaritemizi kaybetmek için durup durduğumuz yerde zam yapacak kadar bizi akılsız mı zannediyorsunuz siz? Zam 2 ay evvel yapılması gerektiği şekliyle duruyor, seçim geçsin demişler. Bizim önümüze geldi. Düşündük taşındık. Biz bir şey yapmadık. Biz orada bulduk bunları, üstüne oturalım mı oturmayalım mı diye düşündük. Oturamadık üstüne, civciv çıkacak çünkü.”

Demek ki o günlerde siyaset daha naifmiş. “Zam yaparak kaybedeceğimiz popülariteyi, gündem değiştirir yakalarız” fikrinin moda olması için, Özallı yılları ve sonrasını beklemek gerekiyormuş.

Son olarak da ucu günümüze kadar dokunan bir konuda, Süleyman Demirel ve Necmettin Erbakan arasında yaşanan bir polemiği aktarayım. Demirel, hükümetin din ile ilgili konularda zayıf kaldığını iddia eden Erbakan’a yönelik olarak şu cümleleri söylüyor:

“Ne istiyorsun? Camiye gidemiyor musun, dini icaplarını yerine getiremiyor musun, Hacca gidemiyor musun, zekat veremiyor musun, Müslümanlığın icaplarını yerine getirmene mani bir şey var mı?”

Erbakan’ın yanıtı şöyle:

“Diyor ki; camiye gidiyorsunuz, karışmıyoruz. Biz de gidiyoruz, diyemiyor! Avcılar, tüyleri renkli, güzel bir kuş avladıkları zaman, bu kuşu toprağa gömmek istemezler. İçini boşaltırlar, temizlerler, saman doldururlar, salonlarının başköşelerine koyarlar. Diyor ki; ne istiyor? Biz bu kuşun canlısını istiyoruz.”

Kuşun içi boşaltılmışı, canlısı, uçanı uçmayanı, uçunca geri döneni dönmeyeni gibi konularda yorum size ait. Ben bugün, kendi çocuğu olmadığı halde “Baba” lakabıyla bir ömür geçiren Süleyman Demirel üzerinden neşeli bir Babalar Günü yazısı yazmaya çalıştım. Babalar Günümüz kutlu olsun.