Fuarı pasta ustası Yusuf Yavuz başlatmış, sonrasında Canan Erdoğan sürdürmüştür. İmece sistemiyle yapılan bir kitap fuarıdır. Kaş’ın güzellikleri anlatılmakla bitmez. Gecesi bir başka güzel, gündüzü bir başka güzeldir. Gecenin karanlığında gökyüzünü izlemek mutluluğun öteki adıdır. Binlerce yıldız Kaş’ın üzerine üşüşmüştür. Onlara bakıp kendimce espriler üretirim. Onlar tatilini Kaş’ta geçiriyor, derim.  Bana kalırsa kentin tepesine üşüşen yıldızlar turisttir. Belki de bir kaçamak yapıp Kaş’a gelmişlerdir. Gökyüzünden aşağılara doğru iner bakışlarım. Karşımda titrek ışıklarıyla Meis gözüme ilişir. Yakındır, hem de çok yakın…

Yıllardır Kaş’a gelmeme karşın,  bir kez olsun Meis’e gitmemiştim. Bu kez gitmeyi kafama koymuştum. Kaş ile Meis arası yirmi dakikaydı. Sabahleyin Kahramanlar feribotuyla yola çıktık. Bir gece öncesi yağmurlu geçmişti. Öğleye doğru havanın açacağı bulutlardan belliydi. Yağmurun etkisi kendini gösteriyordu. Hava epey serindi. Çantamdaki yağmurluğu giyindim. Rüzgar tırmalıyordu, çünkü Ekim ayındaydık.

Kaş geride kalıp küçülürken Meis’e yaklaşıyorduk, küçük ada gittikçe büyüyordu. Sessizlikte martıların çığlıkları patlıyordu. Sessizlik yine de kulaklarımızda hoş bir ezgiydi. Dalgaların sesi ezgiye dönüşüp kulaklarımızda yankılanıyordu. Feribotumuz hafif dalgaların koynunda bir beşik gibi sallanıyordu. Uykuya dalmak üzere olan bir bebek edasıyla Meis’e ulaştık. Kartpostal güzelliğinde bir görüntü iskeleye yanaşana dek sürdü.

Adaya adım atar atmaz denizdeki begonvil yaprakları karşıladı bizleri. Deniz çiçek açmıştı. Çiçeklerin yaprakları dışında tek bir atık madde yoktu denizde. Mutluluk veren görüntüydü. Tanık olduğum sahil kentlerini düşündüm. Yağmur sonrasında denizin içinde ne ararsan denizden el sallardı. Pet şişeler, naylon torbalar, denize atılan pek çok nesneyi dalgalar, rüzgar geri getirmiştir.

Evler, dar sokaklar arasında kaybolmak çok hoştu. Adanın tek camisi gözüme ilişti. Camiyi müze yapmışlardı. İçeriye biletle giriliyordu. Bilet almak için parayı uzattım. Görevli, “Sen Türk müsün?” diye sordu. Evet deyince paraya gerek yok, dedi. Bana bir incelik yapmıştı. Çıkarken teşekkür ettim. “Camiyi gezen Türklerden de para alırsak yanlış yaparız” dedi.

Paragadi Restoranın önünden geçerken Areti buyurun oturun, dedi. Garsondan çok bir film artisti güzelliğindeydi. Restoran sahibi Savvaş ile tanıştık. Güzel Areti garsondu, Savvaş’ın da baldızıydı. Adayı gezdikten sonra oturdum. Güzel bir dostluk kurduk. Balıklar, deniz ürünleri lezzetli, bol ve ucuzdu. Areti ve Savvas’a çocuk kitaplarımdan imzalayıp verdim. Okuyacağız, dediler. Onlar da bana bir şişe uzo armağan ettiler. Daha sonra Meis’e gittiğimde uğrak yerim olmuştu… Kalamar ızgara, kabuğuyla yenilen küçük karides, Yunan mezeleri gerçek lezzetindeydi. Balığı da ustalıkla pişiriyorlardı.

Sahil boyunca evler, dükkanlar arasında gezindim. Evlerin hepsi de bakımlıydı. Eski yapı korunmuştu. Her yıl boyası, badanası yenileniyordu sanırım.  Tüm evlerin çehresi ışıl ışıldı. Makyajın daha da güzelleştirdiği evler, insanı cezbediyordu. Yollarda tek bir kibrit çöpü bile yoktu. Temizliğe hayran kaldım.

Yol boyu gördüğüm insanlar “Hoş geldin evlat” sözünü Türkçe söylüyorlardı. Tanık olduğum bir gerçekti, Türklere ilgi çok fazlaydı. Oysa geldiğimiz teknede kırk kişi varsa bunun beşi Türk’tü. Geri kalanlar İngiliz, Alman, Rus’tu. Yaşlı bir amca, İstanbul’u, İzmir’i görmüş. Çok güzel o yerler diyordu. Sokak aralarında evlerin bahçesinden sarkan begonviller, nar ağaçlarının dalları evleri çiçek buketine çevirmişti. Evlerinin önünde, bahçesinde oturmuş sebze ayıklayan kadınlar hiç de yabancı değildi bana…

Daracık sokaklarda bir dost görürüm umuduyla yürüyor, fotoğraf çekiyordum. Evlerin camlarından başını çıkartan insanlar “Kalimera” demeden edemiyordu. Yaşlı bir teyze, pansiyon ister misin, diye sordu. Bir dahaki gelişe, dedim. Adanın arka sokaklarında dolaştım. Denize girilecek yerlere gittim. Motorlu taşıt sayısı yok denecek kadar azdı. Sessiz, sakin adada denizi izledim. Kayalıklar üzerinde kitap okuyup notlar aldım. Adada çekimi yapılan Akdeniz filminin karelerini göz önüne getirip filmin nerelerde çekildiğini düşündüm. Sevdiklerime martı kantlarında selamlar yolladım.

Kafanızı dinlemek için çok uygun bir yerdi. Uzun süre kalmak için gelecektim. Dükkanlardan dostlarıma vermek için küçük armağanlar aldım. Türk lirası da geçiyordu. Dönerken içimde bir hüzün bulutu dolaşıyordu. Oysa hava açmıştı. Yanımdaki Alman aile, adada nereye gittin, görünmedin, diyordu. Dolaştım, gezindim, dedim. Bir sığınak bulmuştum kendime…

Eylül, Ekim, hatta Kasım ayları Meis’in en güzel zamanıydı. Yakmayan Akdeniz güneşi, dost insanlar, sevgi dolu bakışlar. Yemek yenebilecek lokantalar çok. Kalmak istediğinizde otel ve pansiyonlar temiz ve de ucuz. Gönül rahatlığıyla gezip tatil yapabileceğiniz uygun yerlerden biri bence. Hiç olmazsa günü birlik, sabah gidip akşam dönün. Barışın martı kanatlarında olduğunu fark edeceksiniz…