Geçen hafta doğum günüm vardı. Telefonla, sosyal medya aracılığıyla yüzlerce kişi kutladı. Arada es geçenler, amaan! Doğduysa doğdu bana ne diyenler de oldu ama teşekkür etmeyi boynuma borç bildim:

“Resmi doğum günümü kutlayan tüm arkadaşlarıma çok teşekkür ederim. 24 Ağustos’taki 2. doğum günüme herkesi beklerim, kaçıranlar üzülmesin!” dedim.

Çünkü ben, rahmetli ağabeyim Zafer’e göre 1949 yılının bu tarihinde doğmuşum…

Babamın helvacı dükkanı varmış, bir de sevgilisi. Adı Şayeste’ymiş. “Bir çiçekle bahar olmaz” diye anamın üzerine bu kadını da koklarmış. Gizli gizli…

Helvacı dükkanı varmış; bir söylentiye göre Şayeste’ye bütün helvaları yedirirken batırmış…

Kedileri de çok severmiş, dükkandaki 5-6 kedinin her biri kura ile helva lengerlerinin üzerine çıkıp caddeyi seyredermiş…

İşte böyle günlerde doğmuşum. Baba 48, ana 42 yaşında. Ellerinden gelse “amaan çıkmasın, hep içeride kalsın” diyecekler ama bunalmışım yani orayı burayı tekmelemiş, atmışım kendimi dışarıya…

6 ay kadar kafa kağıdım çıkmamış. İnşallah ölür de kurtuluruz demişler yani.

Sonunda 18 Şubat tarihinde nüfusa gitmiş babam. “Ne zaman doğdu, ne yazalım?” demişler. Babam, “Amaan boş verin, bugün diye yazın” demiş. Allah da cezasını, Şayeste’yi elinden alarak vermiş. Anamla baş başa kalmış.

Hangi yaşa gelsem kendimi çok yaşlı hissettim. Psikolojim bozuldu. Bu duygu içime çökmekle kalmadı, rol aldığım bütün tiyatro eserlerinde 80-90 yaşındaki kişileri canlandırdım.

Her an yıllık zaman diliminde geriye baktım: “Meğer ben o dönemde ne kadar gençmişim” dedim.

Şimdi fotoğraflarımda gerçeği görüyorum.

Gençliğimi! daha yeni yeni fark ettim. Yeterince dolu geçmeyen o yılları geri getirmek için “Tersine Çalışan Saat”i icat ettiysem de para kazanmak dışında hayrını da göremedim.

Gökkuşağı renklerimin içinde olmak varken şimdi her yer siyah-beyaz! Gün geçtikçe biraz daha kararıyor.

Bazen içimde kelebekler uçuyor lakin her geçen yıl, bedene yeni darbeler vuruyor. Beni köşeye sıkıştıran feleğin üzerine tam atlayacaktım, bu defa Kovit-19 çıktı.

65 yaş üstüne silahını doğrultmuş; “Kıpırdama yakarım” diyor.

Yarın; Siz onun için türlü hayaller kurarken o, kendi bildiğini yapıyor.

Bir avcı, arkadaşlarına safari anılarını anlatıyormuş:

“Afrika ormanlarında dolaşırken karşıma dev gibi bir aslan çıktı. Hemen tüfeğimi doğrultup tetiği çektim, ateş almadı”

“Eeee…”

“Aslan gelip beni parçalayıp yedi!...”

Dinleyenler;

“Yuh be! Palavranın bu kadarı olmaz” diye tepki verip, “Bak işte yaşıyorsun” deyince avcı;

“Bırakın yahu, buna yaşamak mı denir?” demiş.

Açıkçası ben bu “Yaşgünü” kutlamalarını pek sevmez oldum. Zira her geçen yıl insanın üzerine yeni bir yük bindiriyor. Belirli bir yaştan sonra taşımak zor oluyor.

Sadece nefes almak yaşamak değil ama sağlıklı, ağrısız sızısız bu günleri geçirebilmek bize verilen en büyük armağan oldu.

“Yaş otuz beş yolun yarısı” diyen Tarancı 46’sında, “100 yıl yaşamanın sırları” kitabıyla o yıl Best-Seller olan ABD’li yazar 28 yaşında ölmüş…

Nice tanıdığımız insanın bedeni toprak oldu. Yıllar geçince, benden 8 yaş büyük olan ağabeyimin şimdi abisi oldum. Üstelik artık yıllar ay, aylar hafta, günler saat gibi geçiyor; bize de oturup seyretmek kalıyor…