“Çocukluğumda dinlediğim masallar, hikayeler, köy düğünlerindeki seyirlik oyunlar, ninniler, türküler, ağıtlar… Hepsinin ya da her birinin ayrı ayrı hayal dünyamı etkilediği bir gerçektir. İlkokulda bayramlarda okuduğum şiirler, yaptığım konuşmalar, edebiyata daha yakınlaşmama, ilgimin artmasına neden olmuştur.

Ortaokul ve liseyi parasız yatılı okulda okudum. Ortaokul yıllarının sonlarında Behçet Necatigil’in “Gizli Sevda” adlı şiiriyle karşılaştım. Ben ona, şiir dünyam ile kavuşmamın, buluşmanın ilk anı’dır derim. O şiirin etkisinde, o şiire öykünerek ‘Adını Unutmuş’ şiirini Yazdım: Hani bir sevgilin vardı/Dün sokakta rastladım ona/Evlenmiş, çocukları olmuş/…./Mektup yazacakmış sana/Ama, adını unutmuş…”

Yatılı okulda kitap okuyacak çok zamanımız vardı. Yeter ki kitap bulalım. O yıllarda ders kitaplarının içine saklayarak şiir, roman, öykü kitapları okurdum, okumaya ilgisi olan çoğu arkadaş da okurdu. O yıllarda küçük öykü, roman yazma denemelerim oldu. Arkadaşlarımın hatıra defterlerine yazdığım şiirlerim de vardı. Lise yıllarında Nazım Hikmet’le ‘karşılaştım’, bir daha da bırakamadım. Cahit Külebi’nin Hikaye’si, Attila İlhan’ın Ben Sana Mecburum’u da şiir dünyamın heyecan kaynaklarıdır benim…”

Yukarıdaki sözler Bartın Valisi İsa Küçük’ün. Daha önce Halet Abla Destanı kitabıyla ilgi gören Bartın Valisi İsa Küçük, bu kez de “Bütün Hürriyetler Serbest Bu Akşam” adlı şiir kitabıyla okuyucuyla buluştu. Meslek ve günlük yaşamında yaratıcılığı kendine rehber yapmış bir insan. Yaşamlarında yaratıcı olan kişiler iş yaşamlarında da yaratıcı, yapıcı oldukları bir gerçektir. Şimdiye dek çalıştığım kurumlarda bunun onlarca örneğine tanık oldum.    

Kitap ‘Şair Yasası’ şiiriyle başlıyor: “İnsan kardeşlerim/Size/Şiirler yazarım/Şairlik ederim/Hainlik etmem” İsa Küçük, çocukluğundan beri şiirle yoğrulmuş, şiiri yaşam biçimi yapmış, gerçek bir şair. Şiir gibi de naif, ince, çelebi tavrıyla aranılan, sevilen, sayılan biri olmuştur her zaman. Şiirinde ölçü yoktur, ama ölçülü bir insandır.

Şiir kitabı “Eski, Anı, Yeni, Resim, Aşkanarşi, Sesler, Güncel, Fiskos” başlıkları altında sekiz bölümden oluşmuş. Şiirlerin akışına bakılınca gençliğinden almış, günümüze dek getirmiş dizelerle yaşamı. Irmak şiir anlayışı yer yer şiirlerinde kendini gösteriyor. İlk kitabı-Halet Abla Destanı- ırmak şiire güzel bir örnekti. ‘Telaş’ şiirinde, ülkemizi kökünden sarsan acılı olaylara ışık tutarak, geriyi aydınlatarak, kıyıma yıkıma isyanı dile getiriyor: “Kahramanmaraş’tan ölüm haberleri veriyor radyo, durmadan/ Kahramanlar/Maraşlılar/Dövüşüyorlar/Ölüm/Öldürmek/Bir insanın yok edilmesi/İnsan nasıl düşman olabilir hayata/İnsan nasıl düşman olabilir insana/”. 

Kitabın tamamına sindirilmiş insan sevgisini, satır aralarında değil, seçilmiş her sözcükte bulmak mümkün. ‘Yaradılanı sevdik Yaradandan ötürü’ diyen Yunus Emre’nin sevgi dünyası, bir koza işler gibi ne güzel de işlemiş şiirlerde… Şiirlerin tümünde sevgi fazlasıyla haykırıyor, ama sessizce…

Bu sevgi, bazı şiirlerinde çocuk sevgisi olarak çıkıyor karşımıza. Çocukların yok oluşlarına isyandır; Konya’da 2008 yılında bir patlama sonucu talebe yurdunda ölen Kurs öğrencilerinin ölümünden tutun da Mardin Mazıdağı Bilge Köyü’ne uzanan haykırışı: “Mardin Mazıdağı’nda/Bilge Köyü/Sultan Şehmus’un gözünün önü/Düğün evi/Kırk dört yaprak birden/Bir bahar günü/Bahar günü/Kırk dört yaprak birden kopup düşer mi”       

İsa Küçük’de sevgi bir bütündür. Sait Faik gibi, “Her şey bir insanı sevmekle başlar.” dercesine insan sevgisinden doğa sevgisine uzanır. İkisi de aynı şiirde boy gösterir: “Ah güzelim/Dallar, yapraklar, kuşlar, börtü böcek/Çocuklar/Yanıyor bilcümle mahlukat/ (Sağır İnine Bağırmak şiiri 4-5. Bölüm sayfa 95)         

Anadolu’dan bir gencin İstanbul’la tanışması “Çocuk ve İstanbul” şiirinde doğal olarak anlatılmış. İlk kez İstanbul’la tanışan genç birinin şaşkınlığı, hayretleri, çaresizliği açık yüreklilikle dizelere dökülmüş. Çaresizliği en somut şu dizede görebiliyoruz: “İstanbul’da bir kuş vardı, kanatsız/Daha çocuktum” Çocukça gözlemler şiire yansımış: “Fatih’te eski bir külliyenin kuytu köşelerinde/Cumadan sonra sevaplar dağıtılırdı/Açlar doymaz/Kanlı 1 Mayıs yaşanmamıştı daha/daha çocuktum”

İstanbul’daki gözlemler bazı semtlerde farklılaşır. Yaşanan acı gerçekler, metalaşan kadınlar, buna aracı olanlar çocuk gözlerden kaçmamıştır: “Tarlabaşı’nda bir kız öpecektim, sınırsız öpecektim/Yüzü çok boyalı kadınlar ve polis adımı sordular/Sandım İstanbul yanıyor, içinde ben/Daha çocuktum”

İstanbul, kumarbazı, hayat kadını, arabesk sanatçıların toplumda yer etmeleri-köyden kente göçün hızlandığı yıllar- ideal peşindeki gençliğin kitaba düşkünlüğü, mahallelerdeki kamplaşma- İsa Küçük burada şiire kendini katıp “Her akşam/ Taksim’de İstanbul’u paylaşırdık/Benimki hep Hürriyet Meydanı” der. İstanbul’u tanıyamamıştır. Şiirin sonunda “Bilen var mı/Koca bir şehir bir çocukla nasıl tanışır/ diye sorar.

İsa Küçük’ün şiirlerinde yer yer Cahit Külebi, Attila İlhan, ‘tanışmaktan’ mutluluk duyduğu Nazım Hikmet’in esintileri görülüyor. Bu çok doğaldır sanatta. Etkilendiğin sanatçının sanatından izlerin olması yerinde kullanılırsa ne güzeldir: Attila İlhan’ın şiirinde, ”Erzincan’da bir kuş var, kanadı gümüş pul pul” dizesi etkisini İsa Küçük’te “İstanbul’da bir kuş vardı, kanatsız” biçiminde göstermiş, şiire ayrı bir tat katmış. Cahit Külebi’nin “Kamyonlar kavun taşır ve ben/ Boyuna onu düşünürdüm” dizeleri İsa Küçük’ün” Gazete getiren kamyonları getirir, her sabah/En erken haberler” dizeleriyle özdeş geldi bana. Kamyon sözcüğü Cahit Külebi’yi çağrıştırdı belki de… Aynı tadı yakaladım dizelerde.

‘Aydın Üzerine’ şiirinde Nazım Hikmet’e her dizede selam yollanmış. Kuvvay-ı Milliye Destanı’nın daha kısası, Aydın havası olmuş bence. Bu şiirden yola çıkıp bir destan neden yaratılmasın… Şair ‘Aydın ne zaman aydın olur/Ne zaman ölür’ sorusu ile baş başa bırakır okuyucuyu bu şiirin sonunda.

Şiirlerde söz sanatlarına yer verilmiş. Kişileştirmeler, benzetmeler, abartılar, tezatlar dizelere tat katmış. İmgeler yerli yerinde, anlaşılır biçimde şiirleri güzelleştirmiş…’Ayna’ şiirinde bunun güzel örneklerinden birini okuruz: ‘Uzak iken/ne kadar yakındım/’. Bir mesafe mi sormuş, yoksa bir şikayetten mi söz ediliyor ya da her ikisinin birden mi içindeyiz?      

Şiirlerde geçmişte olup da şimdilerde unutulanlar da yine bir film şeridi gibi akıp gidiyor dizeler boyunca: Dilekçeye pul yapıştırmak, siyah önlük beyaz yaka, tren yolculukları, istasyonlar, ELT telgraf, isli gece lambası, bataryalı radyo, saat başı piyango çekilişleri…

Aslında bu kitapta anlatılanlar, bir devlet memurunun mesleğe başladığı günden beri gözlemleri, anılarıdır. Tüm şiirler birbiriyle de bağlantılıdır. Toplumu ilgilendiren, derinden sarsan olayların tanığıdır bir bakıma şair: ‘Yetimhanedeki Çocuk’ şiirinin kitaba adını vermesi boşuna mıdır? Mesleğinde tanık olduklarını dizelerle okuyucuya yolluyor, ’yarım kalmış şiirlerim tamamlansın diye çıkıyorum’ diyerek.

“Otuz yıldan beri/H Konağı’ndaki bedenimden/Geceleri çaldım kendimi/Saklaya saklaya buralara kadar geldim/Denize atın gayrı beni” şiiri kitabın son şiiridir. İsa Küçük’ün geceleri kendini çalarak yazdığı şiirler, okunmaya ve üzerinde düşünmeye değer. Bir Vali’nin duygu yüklü dünyasına merhaba demek istiyorsanız, “Bütün Hürriyetler Serbest Bu Akşam” kitabı elinizin altında olmalı, diyorum. Her dizede günümüzle geçmişi karşılaştırma olanağı da bulacaksınız. Her şiirde naif, saygın, yüreği sevgi dolu İsa Küçük ve aşkıyla işi arasında sıkışıp kalmış bir vali kalemi sizlere merhaba demektedir.

(Bütün Hürriyetler Serbest Bu Akşam/İsa Küçük/Hayal Yayınları Nisan 2011)