Adına “Kovit 19” denilen görünmez düşmanın dünyamıza gelişinin üzerinden bir yıl geçti. Bu günlere gelinceye kadar bazılarımız (mesela ben) bu dünyaya kazık çakacağımızı zannediyordu!

Hastalık her yeri sarıp kitleler halinde ölümler başlayınca aklımız başımıza geldi. Azrail’i anımsadık. Özelikle bendeniz son yazılarımda onun gözüne girmek için yazılarıma misafir ettim.

Çok sayıda okurum tepki gösterdi; “Böyle şeyler yazma! Sen daha gençsin!” gibi ruhumu okşayan şeyler söyledi ama faydası yok, yazıyorum işte…

Komşum AZRAİL

İşyerimin yakınındaki çay ocağının bir sahibi var, adı Cebrail. Diğer sokaktaki komşunun adı da Mikail. Bir gün kendisine takıldım:

“Bak oğlum sen varsın, Mikailimiz de var ama Azrail yok. Bundan sonra benim adım Azrail olsun, çayları karıştırma” dedim. İkimiz arasındaki diyalog böyle devam etti..

Bir gün eski komşum kuaför Nurten Yiğit Doruatlı ziyaretime geldi. Çay ikram etmek için diyafonu aldım:

“Cebrail, Azrail’e iki çay getir!”

Nurten’in gözleri kocaman açıldı:

“Kime, kime? diye sordu”

“Azrail’e” dedim. Sonra bu işin temelini anlattım. Kahkahalarla gülüyor, cep telefonunu çıkartıp birini arıyordu.

“Buldum buldum, artık senin adını siliyor yerine Azrail yazıyorum” dedi.

Yıllardan beri lakabım bu oldu. Elbette aramızda. Ne zaman arasam, müşterilerine;

“Bir dakika hayatım. Beni Azrail arıyor” diyordu.

***

Bir gün hepimizin tanışacağımız bu büyük melek görev başında, 30 yaşındaki Hatice’nin canını alıyorken kadın;

“Ama bu haksızlık! Küçük çocuklarım var benim. Hem bak, çok gencim ne olur, lütfen beni biraz idare et diye” yalvarır.

Azrail’in elbette yetkisi yok ama öykü bu;

“Tamam” der, “İstediğini yapacağım. Al sana 40 yıl ömür veriyorum!”

Hatice sevinçle kalkar önce estetikçiye burnunu yaptırır, dişçiye dişini, hemen kuaför Nurten’e koşar; saç baş, makyaj boya cila manikür, pedikür.. En lüks mağazalardan giyim kuşam, ayakkabı, çizme, kürk… Mağazadan tam dışarı çıkacakken… Üst kattan kocaman bir çelik kasa gelir üzerine düşer…

Tabi Azrail yanı başında işini bitirip gidecek:

“Hani?” der “Hani bana söz vermiştin, 40 yıl dokunmayacaktın! Neden sözünü tutmadın?”

Azrail dikkatlice yüzüne bakar:

“Gız Hatçe sen miydin? Vallahi ben seni tanıyamadım” der.

Bunu, Pervasız’ın değerli editörü Coşkun Uzmen’e anlattım. O başka bir öyküyle tamamlamış oldu:

Adam ölümden çok korkuyor, geldiğinde Azrail’i kandırmak için bebek kıyafetleri içinde yaşıyor. Başında kukuleta, ağzında emzik…

Vakti zamanı gelmiş, işte Azrail başında…

Adam yalvarmaya başlar: “Bak iyi bak! Ben bir bebeğim, çok küçüğüm, beni nereye götüreceksin?”

Azrail cevaplar:

“Haydi haydi ‘Adda’ gidiyoruz adda!”

Bu köşe yazım da burada biter.

Ama içinizdeki ümit hiçbir zaman bitmesin benim sevgili okurlarım.

Hepinize sağlıklı bir ömür dilerim.