Kaleminin gücüne ve kısacık ömrüne sığdırdığı muhteşem eserlerine hayran olduğum Sabahattin Ali’yi rahmetle ve saygıyla anıyorum.

Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah’a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül aldırma 

Yıllar önce, Sabahattin Ali’nin kaldığı Sinop Cezaevi’ni ziyaret etmiştim. Daha dün gibi aklımda. O dönemin Pala lakaplı gardiyanı Akif Şahin, adım adım gezdirdiği hapishane hakkındaki tüm bilgileri hafızamıza kazımıştı. Kaçmaya çalışıp yakalananların hikayesinden tutun da hücre anılarına kadar pek çok anıyı bizimle paylaştı. 

Sinop Cezaevi, Aldırma Gönül şarkısı nereden çıktı diye sormayın. 15 günlük karantina sürecinde Sabahattin Ali’nin dalgaları içeriden dinlediği gibi ben de akıp giden hayatı içeriden seyrettim. Özgürlüğün kısıtlanmasını iliklerime kadar hissettim. Belki biraz abartıyor olabilirim haklısınız ama zor bir süreçti. Çok sevdiğim sonbahar mevsiminin en güzel günleri yaşanırken eve hapsolmak azıcık da olsa sarstı…

Kapalı kalmanın en sıkıştırdığı anlarda imdadıma Sabahattin Ali’nin “Duvar” hikayesi yetişti. Sinop Cezaevi’nin anlatıldığı hikayede yazar, kır saçlı diye bahsettiği karakterin yarım kalan kaçış hikayesini anlatıyor. Hikayenin beni en çok etkileyen küçük bir bölümünü sizinle paylaşmak istiyorum. 

“Fakat benim kaldığım hapishanede her şey, her ses, hürriyeti gözlerin önüne kadar getirmek, sonra birdenbire çekip götürmek için yapılmış gibiydi. Surların üstünde büyüyen ufak ağaçlar, yosunlu taşlardan aşağı sarkan sarı çiçekler, bir bahar havası içinde eli kolu bağlı olmanın bütün acılarını içime dökerdi. Uçsuz bucaksız gökte bir kuğu gibi ağır ağır yüzen küçük beyaz bulutlar benden bir tek teselliyi; unutmayı alırlardı.

Bir mahpusu dünya ile hiç alakası olmayan bir zindana kapamak, ona en büyük iyiliği yapmaktır. Onu en çok yere vuran şey, hürriyetin elle tutulacak kadar yakınında bulunmak, aynı zamanda ondan ne kadar uzak olduğunu bilmektir. On adım ötede en büyük hürriyetlere götüren denizi dinlemek ve sonra aradaki kalın kale duvarlarına gözleri dikerek bakmaya, denizi yalnız muhayyilede görmeye mecbur kalmak az azap mıdır? Bahçede insanın ayakucuna inerek ekmek kırıntılarını toplayan ve aynı hürriyetsiz topraklarda sağa sola adım atan bir kuşun bir kanat vuruşuyla bu duvarları aşarak serbestliklerle kucaklaşmaya gittiğini görmektense, nefes almaktan başka hürriyeti hatırlatacak hiçbir şey bulunmayan bir yerde kapanmak daha iyi değil midir?”

Geçirdiğimiz kısa ama bir o kadar zorlu süreçte bir şeyi daha, çok net fark ettim. Başımıza gelen her ne ise algılama şeklimize göre değişebiliyor. Yaklaşık 2 yıldır hayatımızı kabusa çeviren Covid’in yolu bize de düştü. Almamız gereken dersleri verdi ve gitti. Aldığım dersler mi?

En büyük ilaç sevgi…

En büyük özgürlük sevmek ve sevilmek. 

Bu dönemde yanımızda olan herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum.