Kısmen de olsa, sokağa çıkma yasağı kaldırılınca, Şehr-i Beyza’mızı şöyle bir tavaf ediverdim.

Yeterli miktarda yağış almamış olmalarına rağmen, ağaçlar meyvelerini yetiştirebilmek için çok yoğun bir çaba sarf ediyorlar.

Sebze fidanları toprakla buluşmuş, marul, roka gibi ürünler afiyetle yenmeye başlandı, domates, biber, salatalık gibi ürünler ise kısa süre içerisinde sofralardaki yerlerini alabilmek için can atıyorlar.

Monas’tan başlayıp Değirmenköy’e kadar, hobi bahçeleri dolmuş.

Ellerinde çapa, kürek, su bidonu veya hortum, çoluk çocuk,  bilen bilmeyen, eli yakışan yakışmayan, toprakla meşguller. İnsanlar topraktan geldiklerini ve tekrar toprağa döneceklerini, sanki yeni akletmişler gibi, hepsinin yüzünde huzur ve gözlerinde mutluluk ifadeleri yansımış.

Doktor, avukat, esnaf, öğretmen, memur,  emekli, üç beş yüz ya da bir iki bin metre kare yer alarak, etrafını tel çitle çevirmişler. Sadece kendi sebze, meyve ihtiyaçlarını ilaçsız, tamamen doğal olarak üretmek ve eşiyle dostuyla yiyebilmek niyetiyle zevkle çalışıyorlar.

İnsanların toprakla buluşmasına vesile olan korona’ya bu durumda bile, teşekkür edecek değiliz ya!

Malumunuz, son yüz yılın en büyük sağlık sorunu olan korona belası, hala yakamızı bırakmadı. Virüsün bulaşmasından korunmak amacıyla, kapandıkları evlerinden çıkarak toprakla uğraşmaları insanlar için harika bir terapi oldu.

Hobi maksatlı bahçe arayışına giren apartman dairesinde yaşayanların, değerinden kat be kat fazlaya ödeyerek aldıkları tarlalar, bir kısım köylünün yüzünü güldürmüş. Çünkü toprağa ve üretime yaptığı masraf ve emeğinin karşılığını her dönemde tam olarak alamayan köylüler, en azından şu dönemdeki bir kısım borçlarından kurtulmuşlar.

Şehir nüfusunun yükünü çeken büyük mahallelerdeki plansızlık, hem görüntü kirliliğine hem de yeşilin katledilmesine vesile oldu. İmarlı olmasına rağmen, alt yapı yetersizliği ve yeşil alan kıtlığı, bölgede yaşayan insanları farklı arayışlara itti. Artık günümüzde, müstakil evler ve siteler, daha aranır oldular.

Özellikle çocuklarımıza toprağın değerini, üretmenin keyfini ve emek vermenin kıymetini, göstererek anlatmalıyız. Eğer şartlarınız böyle bir yer edinmenize imkan vermiyorsa, bir arkadaşınızın yerine ara sıra da olsa giderek, çocuklarınızın çıplak ayakla toprakla buluşmasına fırsat oluşturun. Toprağın vücudunuzdaki olumsuz enerjiyi, huzursuzluğu ve vücut yorgunluğunuzu, mıknatıs gibi çekip aldığına inanın şahit olacaksınız.

Doğayla iç içe, stresten uzak,  temiz hava ve sofrasına koyacağı yiyeceğini üretmesini öğrenen bir toplum olmak için, bu küçük bahçeler, inanın çok doğru bir seçim olmuş.

Tarladaki toprakta mikrop olmaz, bırakın çocuklarınızın üstü başı, yüzü gözü toz, toprak, çamur olsun. Bu onların televizyon, bilgisayar ve ellerindeki telefonlarla zaman öldürmelerinden, çok daha faydalı.

21 yıl önce bahçeye, ilk ağaç fidanını ve domates fidesini diktiğim günden beri, toprakta yetişenlere maddi gözle bakmak yerine, verilen emeklerin çok daha değerli olduğunu, bizzat yaşayarak öğrendim. Çünkü biz ağaçları çalı, yeşillikleri ot olarak gösteren nesilden gelmiştik, ne zaman ki toprağa fidan ve fide dikmeye başladık, işte o günden beri, arpa buğday dışındaki üretimin kıymetini de anladık.

Pazara çıktığımda, gözlerim üretici köylüleri arar ve pazarlık etmeden, sadece alacağım miktarı söyleyerek, parasını öderim. Onların aldıkları para sonuna kadar alın teri, sonuna kadar nasırlı ellerinin karşılığı, helal-i hoş olsun.