DAVULUN TOKMAĞI KAFAMIZDA

Ramazan davulu Ramazan ayının kültürel anlamdaki özelliklerinden biri olmasına rağmen dini bir özellik taşımamaktadır. Teknolojinin böyle ileri düzeyde olmadığı zamanlarda, top atışı ile iftar vaktinin geldiği duyurulur, gece sahura kalkmak için ise bir nevi seyyar çalar saat konumundaki davulcular devreye girerdi.

            Tabi davulcuların kapı kapı dolaşıp maniler atması ile güzel bir gelenek haline gelen Ramazan davulu, tokmağı eline geçirenlerin davulcu olması ile çevre kirliliği yaratmasıyla anlamını yitirdi. Emin olun, geceleri ne çalındığı, neyin neye vurduğu belli değil. Allah aşkına eski o güzelim davul sesinin ve manilerinin en ufak bir kalıntısı ve kırıntısı var mı? Bu çalınan gürültü kirliliğinden başka bir şey değil; ben bunu böyle görüyor böyle düşünüyorum.

Hani bir de atasözümüz var konu ile bağlantısı olmasa da:” Davulun sesi uzaktan hoş gelir” diye. Son yıllarda çalınan sözüm ona Ramazan davullarının sesi uzaktan hoş gelmediği gibi yakındayken hiç mi hiç tahammül edilmiyor.

           Bir çok gelenek ve göreneklerimizin elbette yaşaması ve yaşatılması önemli. Ama Ramazan davulunun bu haliyle çalınması ve gürültü kirliliğinden başka bir şey olmaması yaşatılması gereken adetlerden olduğunu düşünmüyorum. Çalsa ne olur, çalmasa ne olur? Siz hiç duydunuz mu; ”Bugün benim davulcu geri kalmış, uyudum kaldım, sahura kalkamadım” diyeni! Teknoloji ilerledi, şimdi çalar saatler cep telefonumuzda.

Oysaki eski Ramazanların öyle güzel adetleri vardı ki, asıl onlar yaşamalı ve yaşatılmalıdır. Bir hatırlatma, bakın neler mi?

Osmanlı’da Ramazan-ı şerifin yaklaşmasından dolayı gerek ekmek, gerekse eşya fiyatlarının inip çıkmaması konusunda devlet tarafından sabit fiyatlar belirleniyor ve belgelerde kayıda geçiyordu. Bu çıkan fiyat belgelerine narh defteri deniliyordu. Bu fiyat belgelerini mahalle imamlarının bakkallara  iletmeleri emrediliyordu. Bu şekilde Ramazan ayından özellikle gıda maddelerinin fiyatları düşük tutulması ve fakir ailelerinde Ramazanda rahat alış veriş yapması sağlanırdı.

İftarda kapılar herkese açıktı. Ramazan’da halk, eşine-dostuna iftar vermeyi büyük bir ibadet kabul eder, misafir ağırlamak için çırpınırlardı. Ramazan boyunca iftar vakitlerinde kapılar açık tutulurdu. Böylece yolda kalan ve ihtiyacı olan herkes istediği eve girer iftar sofrasına dahil olurdu. Bunun için tanıdık olmaya gerek yoktu ve iftar için gelenin kim olduğu da asla sorulmazdı.

İbadet için çalışma saatleri düzenlenirdi. Ramazan ayı sosyal hayatın, hatta çalışma hayatının önemli ölçüde değiştiği bir aydı. Öyle ki devlet dairelerinde tatil ilan edilir, gazeteler çıkmazdı. Önemli makamlar ise gece açılırdı. Bu düzenleme, “Bu ayda, emri altında olanların vazifelerini hafifletenleri Allah-u Teala affedip, Cehennem ateşinden kurtarır.” hadis-i şerifine dayandırılırdı. Bu uygulamadan dolayı halkın vakti çok olurdu. Ramazan ayını en iyi şekilde idrak edebilmek için bazı kimseler camilerde itikafa girer, ramazan boyunca ibadetle meşgul olurlardı.

            Devlet büyükleri ve görevlileri Ramazanda, halkın ihtiyaçlarını öğrenmek ve köşe bucak mahallelere kadar girip nelerin yolunda gidip gitmediğini bizzat görmek için tebdil, yani kıyafet değiştirerek gezerlerdi. Ekmek, et, yağ, mum ve benzeri ihtiyaçlarla ilgili dükkanları gezen devlet adamları, fırındaki ekmeğin gramajını, narh fiyatlarına uyulup uyulmadığını da kontrol eder, düzeltilmesi için derhal emir çıkarırdı.

Sosyal dayanışma örneği “sadaka taşları” taş bloklardan oluşan, genellikle cami veya türbe köşelerinde bulunan, ortası çukur, bir buçuk-iki cm yüksekliğinde taşlardı. Bu taşlar Osmanlı’da sosyal dayanışmanın bir parçasıydı ve fakirlerin umut kapısıydı. Fakirler dilenmekten, zengin riya ve gösterişten çekindiği için sadakalarını bu taşlara koyar, fakir de gece vakti gelip ihtiyacı kadarını buradan alıp, geriye kalanını kendisi gibi bir başka fakire bırakırdı.

“Osmanlı’da ramazan günlerinde zenginler, hiç tanımadıkları mıntıkalardaki bakkal, manav vb. dükkanlarına girer, onlardan Zimem defterini, yani veresiye defterini çıkarmalarını isterdi. Baştan, sondan ve ortadan rastgele sayfaların yekununu yaptırıp, “Silin borçlarını… Allah kabul etsin” der, çeker giderdi. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, kimi borçtan kurtardığını bilmezdi.

Şimdi davul kimde, tokmak kimde belli değil; çalan çaldığını, dinleyen dinlediğini bildiği yok. Yapılması gerekenler çokken davulun sesi zor mu gelir hoş mu gelir; bir düşünün. Davulun ses kavgası sessizlerin sesini duymamamıza engel olmasın. Biçareler çok; lütfen etrafınıza bir bakın; sorun soruşturun.

 

{ "vars": { "account": "G-5Z2CE4T8R8" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }