Bir bardak çayın mutluğunda gönlün hoşluğunu bilir misin? Bilir misin tertemiz havada çayın yudumunda verdiği o müthiş tadı? Yok, yok! İmkânı yok! İmkânı yok be gözüm! İki gözüm, gözbebeğim. O çayın güzelliği Hıdırlık’ta çıkar. Hele bir de âşıksan, seviyorsan, sevdiğin yanındaysa ve Hıdırlık’ta çınar ağacının altından Akşehir’in o doyumsuz güzelliğini seyre dalmışsan…
-Ne içerdiniz?
-Çay olsun! Biri demli, biri açık.
Çaylar gelir birazdan, masanın üzerine konur, ardından söylenir:
-Afiyet olsun!
Çayın güzelliği Akşehir ‘de Hıdırlık’ta tertemiz havasında içilir. Tertemiz havasında, çam kokuları altında. çay, sevdiğiniz ve siz.
Şimdi, diyeceksiniz ki “sevdiğiniz yoksa çayın tadı çıkmaz mı?” elbette çıkar, çıkmasına ya “sevgilisiz cennetin bile tadı çıkmazmış” Eeehhh işte! Çıktığı kadar çıkar…
Hıdırlık günleri bir başka, akşamları bir başkadır.
Hıdırlık akşamları, Tertemiz havası, mis gibi çam kokuları ve insanı dinlendiren müziği ile Hıdırlık akşamları başkadır. Gün başka, gece başka, sevda başka, aşk başka, çayın deminde ki mutluluk başka, hayatın anlamı başka, kalbin sevgi ile atışındaki ritm başkadır.
Sevda ile yürünen yollarda, ağır ağır çıkılır yollarından. Sevgi ile çarpan gönüllerin yorgunluğunu atacağı dinlencenin merkezine doğru yürürken, o mutluluğa doğru çıkılan merdivenin başında güler yüzlü çekirdekçi karşılar sizi.. İki paket çekirdek alınır.
-Bunları unuttunuz?
-Neyi?
-Çekirdekleri yere atmak olmaz.
-Elbette olmaz!
İki plastik tabak da çekirdeklerin kabuklarının konulması için çekirdekçi amcanın güler yüzünün hediyesidir.
Yavaş yavaş çıkarsınız merdivenleri. Sağınızda onlarca masa, çocuk parkı, güzelim oyun yerleri… Zürafadan kaydırak, uzun mu uzun.. iki yanında salıncaklar..Çocuklar çocuk da çocuk olası gelir büyüklerin.
Masa aralarından garson görünür:
-Ne içerdiniz?
-Çay olsun! Biri demli, biri açık.
Çaylar gelir birazdan, masanın üzerine konur, ardından söylenir:
-Afiyet olsun!
Hıdırlığın sol tarafında yılların koca çınarı, yıllara meydan okurcasına öylesine heybetiyle durur ki. Heybetinden korkarsınız. Hey koca çınar! Yılların anısını kucaklamış, yılları kucaklamış koca çınar. Ne sevdalar dinlemiş, ne sevdalara tanık olmuş, sevdalı çınar.
Çınarın biraz ilerisinde sürekli akan çeşme vardır, onun yanında havuz. Havuzun kenarlarında içinden sular akan testiler. Öylesine güzelce düzenli bir yol, merdivenler.
Çınar ve etrafında masalarda oturan onlarca Akşehirli. Garsonlar mı? Her zamanki işleri çay dağıtmak. Belki de çokça da güler yüz. Ne yapsınlar? Doğrusu da bu değil mi! elbette Hıdırlık ile birlikte çay’ı, temiz havası, çınarı, birbirinden güzel havuzları. Bak unutuyordum, Çınar’ın biraz ötesinden de mangal dumanları gelir. Artık kimi tavuk, kimi et, kimi evinden getirdiği yemekleri yemek için gelmişlerdir. Güzelim mesire yeri, Hıdırlık işte. Nasıl anlatmalı a canım! Hadi eti anlat, tavuğun, etin mangalda pişirildiğini, çocukların ordan oraya koştuklarını, ip atladıklarını, top oynadıklarını anlat! Hadi anlatılabilecekleri anlat da o etin mangalda pişerken o çamların içinde mis gibi kokusunu gel de anlat! Offff! Offfff! O ne güzel kokudur öyle! Mangalın sıcaklığını, o etlerin, tavukların mangal ateşindeki “cızzzzz!!!! Cızzzz!” eden sesini anlatabilir misin? Ancak yazarsın. Offfff be! Yazmak da bir yere kadar! Değil mi ya!
Çay, dedik de nerelere geldik, Çınar derken, havuz derken, hıdırlığın yan tarafını anlattık ya… Günlük misafirinin sayısı belli olmayan Hıdırlık çöplerinin de yerlere atılmasının önlenmesi için çöp bidonları konulmuştur ya! Yok böyle bir temizlik.. Yok, böyle bir güzellik. Yok işte! Ayrıca misafirlerin yol boyunca dizdikleri araçları.. Evet! Belki bunca misafiri kaldıracak bir otoparkı yok ya! Otopark da yol kenarları olmuş. Belki on beş yirmi sene sonra nüfusun artmasıyla birlikte ilerdeki bu sıkıntı da giderilecektir. Amaannnnn! Çok da umurumda sanki! Benim de sorunum değil! Zaten şimdilik kimsenin de değil! Bence on beş yirmi sene sonranın sıkıntısı olur olursa… Bu da olsa ile Bulsa…
Ne diyordum. Çay diyordum, hıdırlığa gelen sevgililerden bahsediyordum, değil mi. Biraz önce çınar altındaydılar, çekirdek çitletip, çaylarını yudumluyorlardı, onlar da gitmiş…Vakit bir hayli olmuş.
Giden gitmiş, kalanlar var hâlâ.
-Çay içer misin?
-İçeyim diyorum, içeyim.
Saat gecenin 23.00’ü olmuş, uyku tutmamış, Cuma akşamı hikâye yazmaya çalışıyorum, yarın Hıdırlığa gideceğim. Ne için mi? Ne için olsun a gözüm!? Hıdırlık’ta Çay içeceğim, tertemiz havasını içime çekeceğim; çünkü bir bardak çayın güzelliği Hıdırlık’ta çıkar.