28 Ocak 2022 tarihli yazının devamı.

“Akşehir’in üç saat kuzeydoğusunda ve yaklaşık yirmi kilometre genişliğinde Akşehir Gölü ismiyle maruf büyük bir göl vardır. Gölden yılan ve sazan balığı denilen dörder beşer kıyyelik iki tür balık çıkar. Birinci türün eti gayet beyaz ve lezizdir, ikinci tür de iyi ise de ondan çoğunlukla sarı havyar yaparlar. Beyşehir gölünde olduğu gibi bu gölde de bir nevi su kuşu bulunur ki, dıştan özellikle gelen avcılar tarafından avlanılırlar. Ve derisinden Avrupalı kadınların ellerine taktıkları bir nevi kürek (üzeri tüylü tek parmaklı bir çeşit eldiven) imal edilir.

Buraya vaktiyle Horasan İlleri’nden birçok gözde adam hicret etmişler. Nakşi tarikatı büyüklerinden tefsir sahibi Baba Nimetullah Nahcivani Hazretleriyle, Seyyid Bayram ve Seyyid Mahmut Hayrani Hazretleri Akşehir’de meftundur. Tefsir-i Nimetullah’ın bir iki yazma cüzünü Dersaadet’e son dönüşümde dostlardan bir zatın yanında gördüm. Sonraları, söz konusu tefsir-i şerif basıldı. Bir nüshası Fatih’in icazet verebilen dersiamlarından Tırnovalı el- Hac Mehmet Efendi tarafından ben fakire hediye edilmiştir.

Zahiri güldürüp batıni düşündüren o latif menkıbeleriyle cihana destan olan Hoca Nasreddin Hazretleri de Akşehir’de meftundur. Türbesi kasabanın kuzeydoğu kenarında ve yoldan biraz içerilikçe ve Konya Caddesi üzerindedir. Türbe-i Şerifi’nin tahayyül ettiğimiz gibi, vaktiyle dört tarafı açık olduğu halde büyük bir kilitle kitlenmiş büyük bir kapısı varmış. Sonradan bazı memleketin ileri gelenleri tarafından üzeri kiremitli ve etrafı tahta parmaklıklı olarak çatı altına alınmış, bazı mahallelerdeki cam şadırvanları tarzında inşa edilince, şimdiki eskisi kadar değilse de yine binanın şekli ile muhteviyatının her halinde garabet eseri görülür. Merhum Hoca’nın kabri üstüne konulmuş ufacık bir sandukanın başsına geçirilmiş büyük bir sarık, mübalağa olmasın ama sandukanın üçte bir yerini tutuyor. Sandukanın önüne dikilmiş ufak bir taşa, irab ve anlam bakımından mükemmel olan (!) şu acayip cümle kazınmış:

“Hazihi’t türbet’ül merhum’ül mağfür ila abdihihi’l ğafur Nasreddin Efendi ruhuna Fatiha.”

Kitabenin altında da Hoca’nın vefat tarihi olmak üzere 386 rakamı görülür. Bu rakamlar normal olarak soldan sağa doğru okunursa Nasreddin merhumun dördüncü hicri asırda yaşamış olması lazım gelir ki,  buna kail olanı görmedik; tersine okunsa altı yüz seksen üç tarihinde fani aleme veda etmiş oluyor. Bu halde ünlü cihangir Timurlenk ile Hoca arasında cereyan etmiş bazı vakalara dair dolaşıp duran kıssa ve rivayetler asılsız olup Hoca merhumun Anadolu Selçukluları zamanında yaşadığı ihtimalini teyit ediyor.

O dipsiz testiler, kabrin sağında solunda hala dizili. Kabr-i Şerif ziyaret edildiği sırada, ziyaretçinin hatırına merhum Hoca’ya isnat olunan garip hikayeler, nadir latifeler geldiğinden midir nedir, gülmemek kabil olmuyor. İnsan ne kadar hüzünlü ve gamlı olsa, yine şad olur. Bir vakit, bir deli dadandı, sandukanın sarığını kaptığı gibi başına geçirip kaçıyordu. Zaptiyeler tayin ettim. Sarığı bulup getiriyorlar, yine mecnun yine sarığı başına takarak geziyordu. Merhum Hoca’nın sarığını başına giymekten zevk alan mecnun… Bu husus bana pek merak olduğundan ben de onu takip etmekten vazgeçemiyorum ama neler çektim, nihayet bilmem nasıl oldu da vazgeçti.

Türbeyi tahayyül ettiğimiz şekilde inşa etmeyi çok kurdum fakat memuriyet zamanım harp gailelerine denk geldiğinden ve sonradan Halep Vilayeti İstinaf Müddei-i Umumiliğine terfi ederek tayin edildiğimden ötürü muvaffak olamadım.”