Akşehir Kaymakamı Bereketzade İsmail Hakkı, 1851 yılında İstanbul’da doğmuştur. Ailesi Eğinli Bereketzade sülalesine dayanmaktadır. Babası sarayda çuhadarlıkla görevlendirilen El Hac Hasan Basri Ağa’dır. Dedesi ise Ayasofya Camii dersiamlarından İsmail Hakkı oğlu Mehmet’tir.

İsmail Hakkı ilköğreniminin ardından hafızlığını tamamlamıştır. Zamanın ünlü hocaları olan Hoca Tahsin, Mustafa Şevket Efendi gibi kişilerden dersler almıştır.

Öğrencilik yıllarında Namık Kemal’in çıkardığı “İbret” gazetesinde çeşitli konularda yazılar yazmıştır. İbret gazetesinin kapatılmasından sonra, gazetenin yayın kadrosu ile birlikte genç İsmail Hakkı da sürgüne gönderilmiştir. 1873 yılında başlayan sürgün hayatı, V. Murad’ın tahta geçişiyle sona ermiş, 1876 yılında İstanbul’a dönmüştür. Bereketzade 1877 yılında 26 yaşında iken Akşehir Kaymakamı olmuş ve bu görevi iki yıl sürdürmüştür.

Bereketzade İsmail Hakkı Akşehir’e dair düşünce ve hatıralarını “Yâd-i Mazi” adlı eserinde kaleme almıştır. Genelde Akşehir’in coğrafi ve politik durumunu konu edinmiştir. Bereketzade, Akşehir ile ilgili şunları yazmıştır:

“Akşehir Kasabası, Afyon civarından başlayarak Konya şehri yakınlarına kadar devam eden Sultan Dağları’nın eteğinde ve doğuya doğru uzanmış geniş bir ovanın kenarındadır.

Konya’nın kuzey batısında olup aralarında adi yürüyüşle yirmi dört saat çeken bir mesafe vardır. Havası güzel, suları güzel ve boldur. Kasabanın binaları, ovanın kenarından başlayarak yavaşça, dağın eteklerine doğru yükselir, etrafı bahçeler ve çayırlarla kuşatılmıştır, dıştan manzarası gönülleri büyüler.

Kazanın nüfusunun 33 bini geçtiği tahmin edilmişse de Türkmenlerden, Kürtlerden,  Yörüklerden kaydı olmayan birçok nüfus bulunduğundan ahalinin sayısı bu tahminin kat kat üstünde olsa gerektir.

Akşehir içinde 2 bin kadar Ermeni ve Akşehir’e bir saat mesafede olan Bermende köyünde de yaklaşık olarak yedi-sekiz yüz kadar Rum vardır. Geri kalan ahali tamimiyle Müslümandır. Müslümanların hemen tamamı çiftçidir. Rumlar ve Ermeniler sanat ve ticaret ile meşgul olup yukarda belirtildiği gibi nüfusça pek azınlıkta iseler de kazanın ticareti ve sarrafiye işleri o zaman ellerindeydi. Çiftçiler alım satım ve borçlanma suretiyle kendilerine müracaat ettikçe birçokları, onların saf gönüllülüklerinden yararlanarak hatır ve hayale gelmedik tuzak ve hileler, tüyler ürpertecek faizler ile biçareleri boyundurukları altına alıyorlar. Nihayet müktesep hak özelliği kazanan alacaklıları karşılığında onların mallarını ve arazilerini istila etmekte olduklarından o zaman kazanın umumi serveti bunların ellerine geçmiş olduğu gibi arazi de günden güne kendilerine intikal ediyordu. Bu böyle olmakla beraber, Müslüman olmayan unsurlar askerlik vazifeleriyle mükellef bulunmadıklarından nüfus sayıları gittikçe arttığı halde, berikilerin borç boğazlarına kadar çıkmış, fakr ve sıkıntı içinde inliyor ve gittikçe eksilip eriyorlardı. Kazanın o zaman gördüğüm hali buydu. Şimdiki halini bilmiyorum.

Kazada çeşitli tahıllar yetiştiği gibi, yer yer meyve ve sebze ve özellikle çok miktarda afyon yetişir. Vişnesi, Kütahya vişnesi gibi iri, kirazı ise çeşit çeşit ve pek lezzetlidir. Hele kasaba yakınında Eğrigöz köyünde yetişen sarı renkli bir kiraz o kadar naziktir ki, kasabaya getirilse zedelenir. Külliyetli miktarda koyun, deve, adi keçi, tiftik keçileri vardır. Cihanbeyli nahiyesinde dokunan kilimler, pek aranılan şeylerdir. Bizim zamanımızda kazanın kilim dokumalarından başka anılmaya değer üretimi yok gibiydi. O vakit kazanın yıllık toplam tekalif-i emiriyye’siyle her kalem vergileri ne miktara ulaşıyordu hatırlamıyorum. Fakat şu muhakkaktır ki, yekûn gelirin mühim kısmını, hayvanlardan alınan vergilerle afyonların öşür bedelleri teşkil etmekteydi…”

Devam edecek…