Panelist Merve Çalışkan’ın sunumu şöyle:

“Tarık Buğra’nın kaleminden aile ilişkileri ve toplum konusuna geçmeden önce usta yazarın aile ilişkilerine de değinmek istiyorum. Buğra aile fertleri sayesinde edebiyatın ve sanatın içine doğmuştur. Babasının zengin kitaplığı sayesinde yazarlık yolunda ilk adımı atmıştır. Aynı zamanda yazılarında da yansıttığı karakter duyguları onun içinde barındığı toplumdan derin izler taşımakta. Buna birçok örnek verilebilir ancak ben sizlere Küçük Ağa’dan Çolak Salih örneğini vermek istiyorum. Çolak Salih karakteri Tarık Buğra’nın küçükken babasının bürosuna gelen bir müşteriden esinlenerek ortaya çıkardığı bir karakterdir. Küçük Ağa adlı kitabına çocukluğundan bir parçayı da iliştiren Tarık Buğra, yine aynı eserini de hayatta bulunduğu dönem boyunca yaşadıklarından ufak alıntılarla devam ettirmiş. Sadece bu örnek bile Tarık Buğra'ya toplumun, ne kadar etki ettiğini göstermeye yetiyor.

Gelelim Buğra’nın bu konuyu nasıl ele aldığına. Öncelikle Tarık Buğra aile konuyu iyice kavramış daha sonra bu konuya yazılarında da yer vermiştir. Örneğin aile kurmanın hafife alınacak bir konu olmadığını Osmancık'ın Şeyh Ede Balı’nın kapısından defalarca kez çevrilişiyle bizlere aktarmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Bey, her geri çevrilişinde daha da olgunlaşarak tekrar gelmiştir. Ve sonunda Zümrüdüanka’sına, ailesine kavuşmuştur. Veyahut, Yağmur Beklerken’de Avukat Rahmi’nin aile ortamını bizlere sunmuştur. Rahmi’nin, eşi ve çocukları arasındaki muhabbeti hepimiz için en güzel örnektir belki de. Oysa, Rahmi karakteri babasız büyümüş ve onun sevgisini hiç tatmamıştır. Buğra, bu konuya kitabında şöyle yer vermiştir: “Kafasında, baba adına biçim, çizgi, renk diye bir şey yoktur; sadece bir ikincinin çok özel sıcaklığı, çok özek kokusu, çok öze okşayışı vardır. Ve bunları hala -her ne kadar böyle gülse de- yana yana özler, arar, ister.” Buna rağmen karakterimiz çocuklarına bu sevgiyi daima vermiştir. Ve bu sevgiden mahrum kaldığı, onu hala aradığı için çocuklarını mahrum bırakmamaktadır. Yine aynı kitaptan buna da bir örnek vermek isterim : “Bu hatırlayışla gülüyor. Müberrer de kendisine sanıyor, seviniyor ve babasını daha çok seviyor, daha bir şekerleşiyor. İşte bunu iyi anlıyor Rahmi, böylece de mutluluğu daha bir olgunlaşıyor.”

Dilerseniz biraz da anneye değinelim, onun rolüne bakalım Buğra’nın kaleminden ailede... Haime Hatun, Ertuğrul Gazi’nin eşi, Osman'ın annesi o kutlu insan, ya da Malhun Hatun, geleceğin en büyük imparatorluğunun kurucusu Osman’ın eşi, Orhan ve diğer altı çocuğunun annesi, Nilüfer, Çolak Salih’in annesi veya Rahmi’nin annesi... Rahmi için demiştik ya hani, babasız büyümüş diye. Her şeye rağmen babasının yokluğunun büyük çoğunluğunu kapatan biri olmuştu. Annesi... “Artık baba yoktur, sadece an vardır anladı. Altı yaş sonrasını ise çok iyi bilmektedir. Ana şehit karısıdır. Ana bahçeye gider. Ana çapa çapalar, ot yolar, soğan, sarımsak, yeregeçen eker... Satılacakları satar, alınacakları alır” şeklinde dökmüştür yazıya Buğra. Kısacası anne her şeydir demek istemiştir. Bütün güzellikleri ona yüklemiş, onda bulmuştur sevgiyi.

Sizce de öyle değil midir anne? Koruyucu melek gibidir adeta... Ve en önemlisi ana karakterlerdendir evladının hayatında. Hepsi de örnek anneler, hepsi de örnek insanlardır. Buğra anne rolünü hep örnek karakterlere yüklemiş ve hep onları ele almıştır. Nitekim Tarık Buğra’nın annesi de onun hayatında önemli bir yere sahiptir. Usta yazar babası sayesinde batı etkisiyle tanışmıştı ancak annesinin söylediği Yunus ilahileriyle de maneviyatını arttırmış aynı zamanda tasavvuf ve halk kültüründen de kendisine çok şey katmıştır. Annesi Nazike Hanım’dan, kendisinin şahsiyetini ve görüşlerini şekillendirmesiyle bahseder Buğra. Ki bunlar, çocuk için gelişimde çok önemlidir. Bu önemli ayrıntıyı Tarık Buğra’nın kitaplarında da görebilirsiniz. Sonuç olarak kendi benliğini bulamayan, hayatını manevi anlamda şekillendiremeyen biri, kitaplarıyla başkalarının hayatını nasıl şekillendirebilir? Ne mutlu ki Tarık Buğra annesi sayesinde küçüklükten bunu kavramıştır. Ve şimdi nicelerin hayatına dokunmaktadır. Onun var ettiği karakterlerde kendimizden birer parça bulabilmemiz bu sebeptendir.    

İzninizle biraz daha inmek istiyorum Buğra’nın çocukluğuna. O yılların halkına, görüşlerine gidelim birazda. 1900'lü yıllar, Milli mücadele dönemi, diğer bir tabirle Müslüman ve gayrimüslim kardeşliğinin arttığı yıllar. Aynı Küçük Ağa kitabındaki, Çolak Salih ve Niko örneği gibi. Salih, Niko ile beraber büyümüş onu kardeşi gibi sever. Ama onların arkadaşlığını sekteye uğratan bir şey olmuştur. Osmanlı Devleti'nin yavaş yavaş hakimiyetini kaybetmesi... Osmanlı Devleti’ndeki çatlaklar gibi dostluklardaki çatlaklar da arttı. Örneğin İngiliz ve İtalyan askerleri yardım ediyordu etmesine fakat öyle büyük bir gurur ve hakaret ile veriyorlardı ki erzakları, halk muhtaç olmasa yüzlerine bile bakılmazdı. İşte, eskiden dost olan, beraber oturup-kalktıkları insanlara şimdi birer zavallı gibi bakmaları en büyük çatlak olabilir.

Değindiğimiz bu kısımdan çıkarılacak çok şey var. Ama bence Tarık Buğra bu konulara hepsini kapsayacak şekilde değinmiş ve yazılarında da ona göre yer vermiş. Sizlerin de göre bileceği üzere toplumun Buğra’ya, Buğra’nın da topluma oldukça fazla etkisi bulunmaktadır. Bunu yazımın ilk kısımlarında da bahsettiğim gibi yaptığı alıntılardan, gerçek hayattaki kişileri karakterlere dönüştürmesinden veya yazılarının toplum kaynaklı olmasından oldukça net bir şekilde göre biliyoruz. Sözün özü; Buğra’yı okumak, hayatı okumaktır.”