Panelist İrem Yumurtacı’nın sunumu şöyle:

“Yaşamak için doğar, ölmek için yaşarız. Tarık Buğra için yaşamak gençlikten ibaretti. Onun için gençlik yaşamının ta kendisiydi. Delidolu zamanların en güzeliydi. Pişmanlık yağmura benzer tane tane yağar, yağar ve birikir, sel olur. Kaçmaya çalıştıkça içine çeker ve hatta boğar. Yaşayacağımız her şeyi geride bıraktırır. Yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı… Pişmanlıklarımızın çoğunu gençken yaşarız. Duygularımızın en yoğun, en kırılgan, en asi zamanlarında… İleride nasıl bir karaktere sahip olacağımız ve nasıl bir ortamda yaşam sürdüreceğimiz, hep bu pişmanlıklara bağlıdır. Şunu unutmamalıyız ki mutlu bir geçmiş, mutlu bir gelecek demektir. Bebeklik unutulur, çocukluk geçer ama gençlik ve gençliğinde yaşadıkların kolundur, bacağındır. Ondan öteye gidemezsin. Gençliğimize dair hep “keşke” ile hatırladığımız en yorucu düşünce pişmanlıklarımızdır. Geçmişe dönsek dahi hata yapmaktan kaçınmamalıyız. Ömrümüzün gençlik döneminde verdiğimiz kararlar bugünümüzü belirler. İrademiz ve kararlarımız hayatımıza yön verir. Yaşadığımız pişmanlıkları azaltmak için kendimizle yüzleşmemiz gerekir. Bazen de o pişmanlıkları kabullenmek… Seçimlerimizi etkileyen belli başlı faktörlerden biri de çevredir. Yadırganmak korkusu sarar hepimizi. Fakat sonucu ne olursa olsun pes etmemeli yaşantımızı sevmeliyiz ki geriye dönüp baktığımızda pişmanlıktan çok mutluluğumuz olsun.

Birçok insan gençlik hakkında “Su gibi aktı gitti” söylemleri kullanır. En güzel günler hızlı geçer ve bu günleri pişmanlık duymadan yaşamak senin elindedir. Birçok insan gençliğini hoyratça harcar.  Gençlik berrak bir sudur. Bu suya sanat katarsan, gençlik en büyük sanatkâr olur; değer katarsan, en değerli şey gençlik olur. Peki ya bu tertemiz suya karanlık katarsan…?

Bilhassa Tarık Buğra’nın gençlik konusunu en kapsamlı konu edindiği Gençliğim Eyvah romanı. Başkahramanlarından biri olan ihtiyar… Zekası ve kötü zihniyetiyle gençliği içine düşürdüğü tuzaklar ve siyasi oyunlar… Gençliği kullanan, insanlardan nefret edip onlara “diksürüngenler” (s, 230)  diye hitap eden, kendini beğenmiş bir insan… Kendi eğitimi dışında verilen tüm eğitimleri kötüleyen ayrıca yok sayan bir zihniyet. Ta ki “Bencilliğimi arıttı, damıttı o benim” (s,31) diye bahsettiği delikanlı karşısına geçene kadar... Romanın ana kahramanı Raşit, okumuş bir insandı. İhtiyarın onu himayesi altına alması diğerleri kadar kolay olmayacaktı. Hayatını farkına varmamış, getirildikleri oyun nedeniyle kendi kişilik bilincini kaybeden gençlere bu kaostan kurtulmaları için bir ışık yakmaktadır. Yıllarca kendi çıkarları doğrultusunda gençliği sömürerek ve kirleterek yıpratan, saf duyguları öldüren insanlar bu kitabın asıl konusu olmuştur.

Tarık Buğra’nın önceliği milli bilinçtir. Genç aklın milli bilince ihtiyacı vardır. Bunu farkında olan yazarımız özellikle genç dimağlara yenilikçi bilincinin aşılanmasını; vatan, millet, bayrak fikrinin zihniyetlerine yerleşmesine önem vermiştir. Bilim, eğitimle ve sonradan öğrenilen bir yetidir. Bu yetiden öncelikli olarak Milliyetçilik benimsenmelidir. Gençliğim Eyvah romanındaki ihtiyarın önem verdiği şey ise parlak zihinleri köreltmek, kafası bulanık insanları kendine çekmek ve adeta onları kuklası yapmaktır. Bir gencin beyni bir kitaba benzer. Henüz sayfaları dolmamıştır. Bu kitabın yazarı sadece o genç değil, o genci yetiştirendir de. Bu insanlar bir beyni tıpkı bir insan gibi besler ve büyütür. Genç beynin kendisiyle aynı fikirleri doğurmasını ister. Aynen bu romanımızdaki ihtiyar gibi… İhtiyar taze bir zihin alır, büyütür, kendi kötü zihniyetiyle, gelişecek zihinleri çökertir ve bundan mutluluk duyar. Ancak karşısına çıkacak olan Raşit ihtiyarın sonunu getirecektir. Romanımızın ilk konu başlığında dediği gibi “Sonun Başlangıcı” Belki de ihtiyarın sonu yepyeni zihniyetlerin başlangıcı olacaktır.

Tarık Buğra’nın gençlik üzerinde durduğu bir diğer romanı da Siyah Kehribar’dır. Kehribar, bir değerli taşın adının olmasının yanında İtalya’da roman kahramanımızın takıldığı barın adıdır. Ancak Kehribar bar isminden ziyade yorgunluğu, çabayı, üzüntüyü, derdi barındırır. Bu taş gencin yaşantısıyla adeta özdeştir. İçinde bunca keder beslediği için Siyah’tır belki de. Zorlu mücadeleler veren ve Avrupa’da yaşamını sürdüren daha doğrusu sürdüremeyen, seçim yaptığı bu yerde ağır darbeler alan bir Türk genci türlü duygu zorbalığına üstelik ruhsal çöküntülere uğramıştır. Sevdiği insanların onu bırakması, en yakınlarının öldürülmesi kirli bir tuzağın içine düştüğünü anımsatacaktır. Onun güçlü hisleri, kendisine rehber olacaktır.

Oğlumuz hikayesinde; eskiden kapı sesini dinler gibi olan Ömer şimdi aileye kayıtsızdır. Kafası karışıktır, hırçındır. Çevre ve gençlik zihniyeti onun aile bağlarını zayıflatmıştır. Babası ise Ömer’in bu ihtiyatsız hallerine olan hislerini dökmektedir.

Benzer bir durum İbiş’in Rüyasında Nahit kimliği ile karşımıza çıkar. Tiyatro uğruna ailesi tarafından tepki görecek ve evden kovulacak, sokakta kalacaktır. Ancak tiyatro tutkusu bitmez. Gün geçtikçe nice fedakarlıkla para kazanmayı, geçinmeyi öğrenir.  Nahit’in bu hırsı, gayreti ve pes etmemesi onu dağ gibi ayakta tutacaktır. Gençlerin gençlik hevesleri onlardan birçok maneviyatı köreltecektir. Nahit ise azmi sayesinde olumsuzluklardan kurtulur. Bu eserlerde azmin bize neler yaptırabileceğini hissettirir.

Duygularımız, kimi zaman ve hatta çoğu zaman bize rehberlik eder. Kişi bir rehbere sahip değilse kendisi rehber olup duygularını yönetmelidir. Aklın ulaşamadığı yerlere his ulaşır. Bir söz vardır: “Kalbini dinle.” Zorda kalınan olaylara akılla değil, kalp gözüyle bakılmalıdır. Doğru karar hislerinde saklıdır. 

Yazarımızın Küçük Ağa kitabında söylediği gibi yorumlanmış hali ile “İyi yetişmemiş gençlik, iyi yetişmemiş toplum ve çok daha fazlası, bozulmuş bir ülke demektir.” Eserde Gazi Salih’in Rum arkadaşı Niko ile kötü düşünceler barındıran yollarda sürüklenirken sözleriyle kendine yaptığı kötülüğü yüzüne vuran Ali Emmi; o dönemde büyük saygı gören ve sözleriyle bütün cemaati etkisi altına alabilen İstanbullu Hoca, öncesinde Milli Mücadeleye karşıt fikriyle taban tabana zıt düşmesine rağmen Çarıklı Hasan sayesinde Kuvvacı olmuşlardır. İlk olarak bahsettiğimiz bu duygu rehberliğinin yanında kişi rehberliği de ön plana çıkmaktadır. Kimi zaman annemiz kimi zaman babamız, öğretmenimiz, belki de sokakta karşılaştığımız bir insan bize o kadar çok şey katar ki aslında… Önemli olan bize verilen tavsiyeleri dinlemek ve hatalı olduğumuz davranışlarımızı değiştirmektir.

İnsanların kaybetmekten korktukları şeyler vardır. Tarık Buğra’nın da dediği gibi olmalıdır da. Zira insanı insan yapan belki de bu korkudur. Benim korktuğum şeylerden biri ise seni ve senin güzelliklerini yeni nesillere sonsuza kadar aktaramamak olacak. Türk Edebiyatına, kaybetmekten korktuğumuz ve daima korkacağımız değerli eserler kazandırdığın, en çokta duygularının kapılarını sonuna kadar açtığın için sana minnettarız Türk gençlerine bilakis Akşehir’imize ışık olan adam. Seninle aynı şehirde yaşamış olmak, onur duymak için büyük bir sebep.

Öylesine şanslıyız ki hemşerim olan bu değerli yazarımız romanlarıyla bize yol göstericisi olmakla kalmamış, gurur verici bir şekilde manevi babamız olmuştur. Duygularımızı, farkındalığımızı yetiştiren fikirlerimizin babası Tarık Buğra…”