İlk divan şairlerinden biri olan Ezheri, Akşehir’de doğmuş ve burada yaşamıştır. Şair Enveri ve Şeyhi ile çağdaştır.

Osmanlı Devleti’nin Çelebi Mehmet (1414-1421) ve II. Murat (1421-1451) devirlerinde Akşehir’de yaşayan Ezheri’inin asıl adı Nûreddîn’dir. Hakkında bilgi veren kaynaklar az olmamakla birlikte, bunların birbirinin tekrarı olması sebebiyle hayatına ilişkin bilgilerimiz sınırlıdır. Kimi kaynaklara göre babası, kimilerine göre kendisi bahçıvandır. Mesleğiyle ilgisinden dolayı Ezherî mahlasını seçmiştir.  Kaynaklar,  molla olan Ezherî’nin derviş yaradılışlı, zarif, dindar ve kâmil bir kimse olduğunu belirtmektedir.

Ezherî’nin yazılı bir eseri olup olmadığına dair elimizde herhangi bir bilgi yoktur. Sadece nazire mecmualarında az sayıda da olsa kimi şiirlerine rastlanmaktadır. Eğridirli Hacı Kemâl’in Câmi’u’n-Nezâ’ir  ve Edirneli Nazmî’nin Mecma’u’n-Nezâ’ir’inde birer, Pervâne Bey Mecmû’ası’nda ise dört şiiri tespit edilmiştir. Kimi kaynaklar Ezherî’nin şiirlerini “zarîf” olarak nitelemekte fakat anlam ve derinlik hususunda yetersiz, ama sanat yapma ve parlaklık bakımından üstün bulduğunu belirtmektedir.

Gelibolulu Mustafa Âlî (1541-1600) tarafından yazılan Künhü’l-Ahbâr isimli eserde Akşehirli Ezheri şöyle anlatılmaktadır:

“Akşehir gibi meyve memleketinde büyümüş ve bağ ve meyve tabiatı ile Ezherinin hayal rengi oluşmuştu. Eski şairlerdendir ve Enveri ve Şeyhi ile aynı asırda yaşayan edebiyatçılardandır. İsmi Nureddin olmasına rağmen Ezheri mahlasını kullanmış, Bağbanzade (Bağ bakıcısı) olarak şöhret bulmuş, Şah-Sarı kalemi marifetiyle çiçekten yaprak ve meyve oluşturarak ileri çıkmış bir adamdır. Özellikle ilminin hikmeti olan turfanda meyveler mutlu olmasını sağlamış olup başta dil olmak üzere nazımla nasibine düşen gönül meyvelerini vermiş bir şairdir. Sonuç olarak süslü anlatış biçimi ve söz söyleme derinliğindeki hoşluk-güzel şiirlere erişmiş bir başka değerdir. Zamanında bilgili insanlara değer verilmediğini cahil insanlara rağbet edildiğini söyleyen beyitler ona aittir.

Şiir:

Müdd ile sīmi merd·i nā-dānuñ

Dānesi yoḳ elinde dānānuñ

(İki avuç dolusu gümüş cahil adamın

Bir tanesi yoktur elinde bilgili adamın)

Nazm(tertip)

“Būriyāya ṣarılup ṣaḥrāda ditrer ney-şeker

Gel piyāzı gör ki ḳat ḳat arḳasında cāmesi”

(Şeker kamışı  hasıra sarılıp çölde titrer

Gel gör soğan gibi kat kat giyiyorsun evde  bol elbiseni)

Fakat,  son kıtada “Gel piyāzı gör ki ḳat ḳat-cāme·i rengīn giyer” demiş olsa idi kafiyelerin uyumu daha güzel olurdu. Ayrıca mana ve ahenk itibarıyla kusursuz olması gibi bir durum oluşurdu.”

Abdulgaffar b. Hasan Kırımi tarafından 1747 yılında yazılan “Umdetü’l-Ahbar” isimli eserde ise Ezheri şu şekilde yer bulmuştur:

“Ezheri, bunlar Akşehir dedikleri çok temiz kasabadandır ve bağı ve bostanı çok olan güzellikleri çoğaltan bir yerden olup bağ terbiyesinde yetkili idi ve dil zamirlerinde gün be gün açan çiçek kabul edilmiş ve Mevlana Enveri ve Şeyhi ile aynı asırda yaşayan şairlerdendir ve zamanına göre kalbe ferahlık veren şiirler yazan ve vaktinde parmakla gösterilen şairlerden olduğu  için en iyi şair olarak okunur ve dinlenirmiş.

İşte bu beyt onundur:

Beyt: Müdd-ile sìmi merd-i nā-dānuñ

Dāsı yoķdur elinde dānānuñ

(İki avuç dolusu gümüş cahil adamın

Bir tanesi yoktur elinde bilgili adamın)

Diğeri ise

Būriyāya ŝarılup ŝaģrāda ditrer ney-şeker

Gel piyāzı gör ki ķat ķat arķasında cāmesi

 (Şeker kamışı hasıra sarılıp çölde titrer

Gel gör soğan gibi kat kat giyiyorsun evde  bol elbiseni)

İşte bu mısra eğer ““Gül piyāzı gör ki ķat ķat cāme-i rengìn giyer” diye söyleseydi daha münasip olur diyen bazı edebiyatçılar söz söylemişlerdir”

Şiirlerinden de anlaşılacağı üzere Ezheri, Arapça ve Farsça bilen okumuş bilgin bir insandır.

Not: Gerek Gelibolulu Mustafa Ali’nin gerekse Hasan Kırımı’nin Ağır Osmanlıca kalıplarla yazılmış bu kısımlar tarafımdan günümüz Türkçesine çevrilmiştir. İtiraf etmeliyim ki en çok araştırdığım ve zorlandığım makalelerimden birisi bu olmuştur.