Nasrettin Hoca Endüstri Meslek Lisesi’nde 2010-2011 öğretim yılının ilk günleriydi. Müdür Yardımcısı olarak bütün sınıfları tek tek geziyor, yeni gelen öğrencilerimizle tanışıyordum.

Hızlıca bir sınıfa girdim. Her öğrenciye kalk, adını, soyadını söyle diyordum. Onlarda cevap veriyordu. Orta sıralarda ufak boylu sevimli, güler yüzlü, gözleri sevgiyle parlayan bir öğrencimize aynı soruyu sordum. O da:

“-Adım Birol Dağlı” dedi. Bu adı duyar duymaz derin bir düşünceye daldım. Gözlerim uzaklara daldı gitti. Beni geçmişe, 1986 yıllarına götürdü.

İsmet İnönü Endüstri Meslek Lisesi’nde yeni göreve başlamıştım. Yirmili yaşlarında içi içine sığmayan, hareketli, genç bir öğretmen idim. Çoğu öğrencilerimin yaşı bana yakındı. Onlarla her boş ders saatinde motor bölümünün arkasında futbol oynuyordum. Kıran kırana maçlar yapıyorduk. Bu sıralarda okulda bölümler arası maçlar yapılacağını duyunca hemen bölüm takımını hazırladım. Bölüm takımının kaptanlığına Birol Dağlı’yı getirdim.

Birol o zamanları kara kuru, uzun boylu bir delikanlıydı. Çok iyi futbol oynuyordu. Bölümler arası maçlar başladı. Gençlin verdiği heyecanla takımımızı yoğun bir çalıştırmayla maçlara hazırlıyordum. Çok çetin maçlar oynuyorduk. Her maç final gibiydi. Heyecan gittikçe yükseliyordu. Motor bölümü takımı zorlu maçlar sonucu finale yükselmişti. Maçlara ilgi çok fazla idi. Bunun üzerine okulumuzun beden eğitimi öğretmenleri final maçının Nasrettin Hoca Stadyumu’nda oynanmasına karar verdiler ve o gün geldi çattı.

Hatırladığım kadarıyla final maçımızı Salim Hocamız yönetiyordu. Çetin bir mücadele yaşandı. Rakip bölümün öğrencileri bizim öğrencilerimizden daha büyük hem de daha kuvvetli idiler.  Ben kenardan devamlı öğrencilerimize nasıl oynamalarını gerektiğini anlatmaya çalışıyordum. Onlarda canlarını dişlerine takıp oynamaya çalışıyorlardı. Özellikle kaptanımız Birol her yere koşuyor, kendini paralıyordu. Fakat bütün uğraşlarımız boşa gitti.

Hiç unutmam maç 2-1 sona ermiş, biz yenilmiştik. Ben de, öğrencilerimiz de yorgun düşmüş ve çok üzgündük. Onları teselli etmeye çalışıyordum. Sahadan Birol Dağlı koşarak yanıma geldi. Boynuma sarıldı. Göz yaşları yanaklarından aşağı süzülüyordu. Hiçbir şey diyemedim.

Bunları düşünürken gözlerim doldu. Yüzüme bakan ufak tefek Birol;

“-O şehit olan Birol Dağlı benim amcam idi. Babam onun adını bana verdi.” dedi. Ben de:

“-Biliyor musun o da benim öğrencim idi. O aklıma geldi.” dedim ve göz yaşlarımı sildim. O da:

“-Akşehir’e şehit gelince ağlarım. “ dedi.

Kolunu boynuna doladım ve sessizce kulağına:

“-Hiç sorma.. ben de, ben de..”dedim.