Gazi Mustafa Kemal Paşa, 13 Mart 1923 günü Ankara’dan, özel bir trenle Adana gezisine çıkmıştı. Heyette eşi Latife Hanım da vardı. Ayrıca Osmanlı ve cumhuriyetin ilk yıllarında çok tanınmış, sonra unutulmuş olan ve ömrü gırgırla, dalga geçerek, avarelik yaparak, eğlenerek, insanları güldürerek geçmiş olan Paşa Kazım da onlara eşlik ediyordu.

Paşa Kazım hayatını “Paşa Kazım'ın Serüvenleri” (ARBA Yayınları) adlı bir kitapta anlatmıştır. Kitap ilk kez 1944 yılında yayınlanmıştı. Paşa Kazım, 1907 senesinde Kuleli'den (mezun olup) Harbiye'ye geçmişti. Bir aya kalmadan Şam Harbiye mektebine sürgün olarak gönderildi. 1908 yılında Kazım, Şam Harbiyesi'nden de kovulmuş, Hayfa'da memur olarak çalışmaya başlamıştı. Sahneye bir piyes konuyor ve Kazım orada paşa rolü oynuyor. Öylesine başarılı oluyor ki, ismi Paşa Kazım olarak kalıyor ve büyük ün yapıyor.

Paşa Kazım, Birinci Dünya Savaşı'na katılıyor ama her günü gırgır! Uzun maceralar sonrasında, 1920'li yılların başında yolu Ankara'ya düşüyor. Ankara'da Mustafa Kemal Paşa'nın da katıldığı bir müsamere yapılacak. Paşa Kazım sahneye çıkmadan önce kafayı buluyor ve sahneye çıkıp rastgele anlatmaya başlıyor. Konuştukça konuşuyor.

“Oraya şeref veren Mustafa Kemal Paşa da bu konferanstan anlam çıkaramayınca, arkada duran yaverlerine benim kim olduğumu sordular. Herhalde adım yabancı gelmemiş ve bu saçmalardan zevk almış olacaklar ki, sözlerine devamımı arzu ettiklerini vaziyet ve tebessümlerinden (gülüşlerinden) anladım.”

İşte o gece Paşa Kazım, Atatürk'ün aşinalığına (tanımasına), iltifat ve teveccühlerine mazhar oldu. O günden itibaren nereye gittiyse, maiyetinde (yanında) Paşa Kazım’ı da bulundurdu.

Paşa Kazım, o sırada Latife Hanım'la evli olan Gazi ile yurt gezisine çıkıyor. Paşa Kazım kitabında o günleri şöyle anlatıyor:

Özel trenle Ankara’dan Adana'ya doğru yolu çıktık. Üçüncü gün Akşehir'e vardık. Atatürk istasyonda çay içiyor, Latife Hanımefendi de trenin penceresinden dışarıdaki kalabalığı seyrediyor. Ben de emirlerini beklemek üzere vaziyet almış, pencerenin hizasında yerde bulunuyorum. Başladım kulaklarımı oynatmaya. Bu halime çok gülen Hanımefendi, halka karşı gülmemek için dişlerini sıkıyordu. Sert bir işaretle vagona girmemi emrettiler ve ‘Nedir o maskaralık, neden kulaklarını sallıyorsun' diye sordular. ‘Hanımefendi hazretleri' dedim, ‘Siz şimdi Adana'da köşklerde ağırlanacaksınız. Fakat biz Paşa Kazım'ı götürüyoruz ama bunun parası var mıdır, ne yiyip ne içecek diye düşündünüz mü?’

Bu sözler üzerine Latife Hanım 15 lira veriyor ama Paşa Kazım uyanık!

‘Ancak 50 lira verirseniz kulaklarımın durdurulması için teşebbüs ederim ve inşallah başarırım’ diyor ve 50 lirayı koparıyor. O günün değeriyle çok büyük para.

Paşa Kazım kitabında anlatmayı sürdürüyor:

Parayı aldım. Tren hareket etti. Hemen vakit geçirmeden, 50 lira da Atatürk'ten almak ümidiyle, 50 lirayı sağ yan cebime koyarak ve güya bu paranın ağırlığıyla sağa doğru yalpalayarak huzura girdim. Bu vaziyeti gören Atatürk; ‘Yine ne oldu, yan yatmışsın' diye sordular. ‘Efendim' dedim, ‘Hanımefendi 50 lira verdiler, fakat bir türlü dengemi bulup doğrulamıyorum. Lütfen dengemin sağlanmasını istirham ediyorum…’

Gazi'den de 50 lira istiyor! Gazi gülmeye başlıyor:

‘Ver o 50 lirayı’ dediler. 50 lirayı iki tane 25 liralık yapıp birini sağ, birini sol cebime koydular.

‘Haydi, dengen tamamdır. Marş marş' diyerek beni zarif bir şekilde kovdular.

Allah hepsine rahmet eylesin. Nur içinde yatsınlar.