Akşehir Belediyesi tarafından 2007 yılında düzenlenen Tarık Buğra Öykü Yarışması, hem Tarık Buğra’nın adını yaşatmak hem de Akşehir’i edebiyat aracılığıyla yeni nesillere tanıtmak amacıyla hayata geçirilmiştir.
Hatırladığım kadarıyla bu yarışma yalnızca ülke sınırlarında değil, uluslararası düzeyde de ses getirmiş; yarışmanın birinciliğini, Rotterdam’dan katılan Türker Şemin, “Unutulan Adam” adlı öyküsüyle kazanmıştır.
Tarık Buğra anısına düzenlenen bu anlamlı yarışmada benim de iki öyküm, “Tarık Buğra Anısına Hikâyeler” adlı seçki kitabında yer alma onurunu taşımıştır. Yarışmada dereceye giren ve seçilen ilk kırk öykünün bir araya getirildiği bu kitap, Tarık Buğra’nın edebi mirasına duyulan saygının somut bir göstergesi olmuştur.
Bu yarışmaların sürdürülmesi, yalnızca bir kültür etkinliği değil; Akşehirli edebiyatseverler olarak Tarık Buğra’ya olan vefa borcumuzun bir ifadesidir. Onun adını yaşatmak, edebiyatımıza katkısını yeni kuşaklara aktarmak hepimiz için büyük bir onur ve gururdur.
Akşehir Belediyesi tarafından yıllar önce başlatılan bu değerli yarışmaların yeniden ve süreklilik kazanarak devam etmesi dileğiyle;
2025 yılında düzenlenen Tarık Buğra Öykü Yarışması’nın, Akşehir Belediyesi’nin kültür ve edebiyata verdiği değerin güçlü bir göstergesi olacağına yürekten inanıyorum. Bu anlamlı organizasyonun hayata geçirilmesinde emeği bulunan Akşehir Belediye Başkanı Dr. Nuri Köksal başta olmak üzere, edebiyatımıza katkılarıyla yol gösteren değerli jüri üyeleri İbrahim DEMİRCİ (Yazar) Hüzeyme Yeşim KOÇAK (Yazar) Hatice Nagihan DERMANCI (Öğretmen Yazar) ve Münire SARITAŞ (Türkçe Öğretmeni)çalışmalarında başarılar diliyor; Tarık Buğra’nın edebi mirasını yaşatan bu kıymetli çabanın uzun yıllar sürmesini temenni ediyorum.
Son günlerde yazdığım bir öykümü siz değerli Pervasız Okurları ile paylaşmak istiyorum
Öykü: Beyaz Atın Geçtiği Sokak
Burası küçük bir sokaktı.
Evleri yan yana dizilmiş, tek katlı, toprak damlı… Duvarları yuğa taşından, yılların yükünü omuzlamış evlerdi bunlar. Kapılar birbirine yakındı; sanki evler değil, insanlar omuz omuza duruyordu. Kimsenin kimseye yabancı olmadığı, herkesin birbirini adıyla bildiği zamanlardan kalma bir sokaktı burası.
Sabah gün doğmadan uyanırdı sokak.
Çocuklar okula, gençler ustalarının yanına, büyükler işinin başına giderdi. İşsiz olmak ayıp sayılırdı; ama kimse de aç bırakılmazdı. Birinin işi yoksa, bir başkasının yanında mutlaka bir yer bulunurdu. Komşunun külüne muhtaç olduğu günlerdi bunlar. Az vardı ama paylaşılan çoktu.
Sokağın en düzgün evi, belediyeden emekli Mustafa’nındı. İki katlı bu ev, diğer evlerin arasında başını biraz daha dik tutardı. Üst katında şoför Hüseyin, alt katında at arabacı Hazım otururdu. Mustafa ise arka taraftaki küçük evinde, eşi ve kızı Hülya’yla yaşardı. Onun evi, sokağın sessiz tanığıydı.
Karşı evde postacı Rıza vardı.
Yılların postacısı… Bisikletini kapının önüne kilitler, posta çantasını omzundan indirmezdi. “Ne zaman emekli olacaksın?” diyenlere kızardı. Çünkü o bisikletle birlikte hâlâ genç hissederdi kendini. Her sokağı, her evi, her insanı bilirdi. Mektupları dağıtırken yalnızca zarf taşımazdı; hasret, sevinç, bazen de hüzün taşırdı.
Ama bu sokağın asıl hafızası, at arabacı Hazım’dı.
Hazım’ın masmavi bir arabası vardı.
Kasası, tekerlekleri, yanları; her yeri resimlerle süslüydü. Ağaçlar, kuşlar, ırmaklar… Arabası sanki bir masaldan çıkıp gelmişti. Önünde ise bembeyaz bir at dururdu. Kamçıyı havada şaklatır, ata vurmazdı. At, yolu bilirdi. Pazarı da bilirdi, evi de, çocukları da…
Hazım, faytonculuktan kalma bir sevdalıydı.
Zaman değişmiş, faytonlar kalkmıştı ama onun içindeki at sevgisi hiç eksilmemişti. Ne taksi şoförlüğünü kabul etmişti ne başka işi. Çünkü onun için bu yalnızca bir meslek değil, bir yaşam biçimiydi.
Bayram günleri sokağın en güzel zamanlarıydı.
Hazım arabasını süsler, çocukları arkasına alırdı. Balonlar, bayraklar, kahkahalar… Sokak, bir süreliğine şenlenirdi. Çocukların mutluluğu, onun en büyük kazancıydı. Arabadan inince kedisini kucağına alır, köpeğinin başını okşardı. Onun sevgisi yalnız atına değil, hayata karşıydı.
Akşam olunca sokak yavaş yavaş susardı.
İnsanlar evlerine, bir somun ekmekle, bir file umutla dönerdi. Kapılar kapanır, lambalar yanar, yorgunluk taş damların altına sinerdi. Kimse zengin değildi ama kimse de yalnız değildi.
Şimdi o sokak yok.
Evler yıkıldı, sesler dağıldı. Atların nal sesi sustu, bisikletlerin zili çalmaz oldu. Ama bazı sokaklar yıkılmaz. Haritadan silinir, ama insanın içinden silinmez.
Çünkü bir zamanlar,
insanın insana emanet olduğu bir yer vardı.
Ve o yerin üzerinden
bembeyaz bir at geçmişti. (18/12/2025-Akşehir)