AKŞEHİR ANIT ALANINDA

Anıt Alanı kaynaşıyordu. Anıt Alanı henüz ucube dört-beş katlı binanın yapılmadığı, küçücük kapılarından bir koltuğun dahi çıkartılamayacağı, ortası boş, aşağıdan bir ses geldiği zaman içeride yankının yapmadığı, asansörün olmadığı, daracık merdivenleri olmayan binanın yapılmadığı zamanlardı o zamanlar. Sanırım 75’li 80’li yıllardı. Anıt Alanı kaynıyordu.

Nasıl söyleyeyim, bir şenlik zamanı gibiydi kaynaşma. Günün kalabalık bir zamanı. Belediye çalışanları işten çıkmışlar, belediye çalışanlarından önce de belediye başkanı makam arabasına binerek gitmişti. Belediye Binası’ndan olsun, biraz önce sinemadan çıkanlar olsun, dört bir yandan alanı dolduruyordu. Saray Sineması’nda Neşe Karaböcek’in “Bir zamanlar benim sevgilimdin, yanımdayken bile hasretimdin, şimdi başka bir aşk buldum…” şarkısı çalıyordu. Sinemanın kapısının önüne sinemanın makinisti Mavili çıktı, şöyle bir etrafına bakındı. Son çıkan sinema seyircisinden sonra kapıları ve bilet gişesinin küçük pencerelerini de kapatarak çıktı.

Ahmet sinemanın ilerisindeki kitapçı Can Tuğrul’dan bir gazete aldı. Her günkü gibi akşam işten çıktığında gazetesini alır evine giderdi. Gazeteye şöyle bir göz attı. Her zamanki gibi öğrenci olayları, cinayetler, trafik kazaları. Ne zaman gazete alırsa alsın daima ilk sayfalarda iç karartan berbat haberler. Sonra vitrindeki kitaplara baktı uzun uzun, yeni çıkan kitaplara göz attı. Kitaplardan birkaçını beğendi, beğenmesine ama alamazdı bunları. Aslında almak okumak istediği o kadar çok kitap vardı ki! Okumaya karşı bir zaafı vardı. Biraz ilerideki Halk Kütüphanesi’nden aldığı kitaplarında okuma süreleri bazılarının doluyordu. O kitapları da vermesi gerekiyordu. Halk Kütüphanesi’nin burada olması da çok güzel bir şeydi, Anıt Alanı şehrin ortasında Halk Kütüphanesi ’de şehrin ortasındaydı ne ala ne güzel. Şimdi bu kütüphanenin veya şehrin ortasındaki belediyenin yıkılması ve şehrin çok uzak bir köşesine yapılmasını düşünebiliyor musunuz? Neyse! Can Tuğrul’dan alması gereken yeni çıkan bu kitapların her biri neredeyse en ucuzu hiç yoksa üç dört lira. Okuma isteği vardı ya parası? Cebini yokladı, alabilirdi ya sinemaya ödeyeceği para ya yaz sıcağında Güvendik Pastanesi’nden alacağı bir külah dondurma ya Saray Sineması’nın yazlığının yanındaki Belediye Parkına oturup da içeceği birkaç bardak çaya ödeyeceği parası kalacak mıydı? Sadece günlük gazetesini aldı, tam uzaklaşıyordu ki Can Tuğrul’un yanındaki saz satan dükkânın yanında durdu, uzun uzun vitrinde sazları inceledi, Yaşlı bir amca saz, dümbelek, gitar, klarnet gibi müzik aletleri satıyordu. Saz çalmaya karşı da bir hobisi vardı, O da bir Karacaoğlan gibi bir Aşık Veysel gibi ne bileyim bir Neşet Ertaş gibi saz çalmayı isterdi, fakat onunki bir hobiydi. Lise yıllarında özenmişti fakat birkaç parça dışında da fazla ileriye gidememişti. Sazların içerisinde vitrinde kendi yüzünü görüverdi. Sanki bu kişi kendisi değil de başkasıydı, zaman insanı ne çabuk da yıpratıyordu, kendisine yabancı bir kişilik vardı şimdi vitrinde. Koltuğunun altında gazetesi, gözlerinde gözlüğü olan, esmer, uzun boylu, sakalları uzamış otuzlarında birisi. On yıl öncesinden sanki gençliğinden bir şeyler vardı, fakat on yıl önceki hali yoktu. Saçları uzamış, sakalları öylesine. Geçmiş yıllardan kendisinde kalan bir şeyler vardı fakat o şeyler bir bir yüzünde eskiyor, kayboluyordu. Gençlik artık kendisini terk ediyordu, sevdikleri gibi, ilk aşkları gibi, mutlulukları gibi, Çatık kaşlı, asabi bir kişiliğe doğru mutsuz bir insanı bırakıyordu. Gün günden kendisine mutsuzlukla geliyordu, fakat katlanacaktı buna. Aşksız, sevgisiz bir insana dönüşüyordu. Eve gitmeyi düşündü fakat öncelikle sahaf Mehmet GÜLERAY’ın dükkanına gidecek, iki hafta önce kitapçı Can Tuğrul’dan aldığı iki kitabı Mehmet GÜLERAY’da beğendiği inceleyip beğendiği iki kitapla değiştirecekti. Kitapların ismini de söylemişti, okuduğu yeni kitapları verecek onun yerine ikinci el kitapları alacaktı burada önemli olan kitaplardaki bilgiydi, hem oturur iki muhabbet de ederlerdi, “şimdi Mehmet Güleray dükkanının önünde oturmuş ya gazete ya kitap okuyordur, iki çay içer muhabbet ederiz” diye düşünüyordu. Yalnız Anıt Alanının kalabalığı, bugün sanırsın şenlik günlerinden bir gün diyeceğim ya değil!

Mehmet Güleray’ın yanına gitmeden önce bir kahveye girmeliydi. Dört delikanlı kahvede okey oynuyordu. İleride iki emekli siyasi bir konuşmaya dalmışlardı. Çayları dağıtan bir çocuk vardı. Kahvenin çırağı. Bir masadan bir masaya yetişmeye çalışıyordu. Kahvenin en güzel yeri kapı önünün bulunduğu yerdi fakat oturan olmamıştı, gelen geçen oyun oynadığımızı görmesin diye gençlerden oturan olmamış, iki ihtiyar da ocağa yakın bir yere oturmuştu, Kendisi hemen pencere önündeki kahvenin en muteber yerine oturdu. Ahmet’i kahvenin çırağı tanıdı “Ahmet Abi çay!” gazete okuyan Ahmet başıyla “evet” manasında başını salladı. Bu kahvehaneye gelenler birbirini tanır, birbirlerini sever sayardı. Bu kahvede öyle ağız dalaşı, kavga gürültü olmazdı. Bir zamanlar burada ne böyle şimdiki gibi Bulvar ne bir dönem olduğu gibi birahaneler ne petrol ne kahvehane vardı. Burada bulunan petrolün önünde iki katlı tahta kapılı bir köşk tarzı ev vardı, Onun yanında bisiklet tamircisi, emekli astsubay Kadir Ağabeyin dükkânı, sonra Belediye düğün salonu, Belediye binası, halk kütüphanesi, Saray Sineması ve yazlığı, hey gidi günler! O zamanlar buralar çok genişti. Arsalar genişti, araziler öyle. Çocuklar Anıt alanında bile doyasıya eğlenir, koşar oynar, uçurtmalarını uçururdu. Çocuklar Anıt Alanında saklambaç, birdir bir hırsız polis gibi oyunlar oynarlardı, Bak unutuyordum, bisikletinin tekeri mi patladı, havası mı indi, Bisiklet tamircisi Kadir Ağabeyleri ne güne duruyordu, Çocukların sevgili bisiklet tamircisi ağabeyleriydi, amcalarıydı. Sonra bisiklet tamircisinin biraz ötesinde matbaacı Ömer Abileri vardı. Biraz ötede fotoğrafçı ve pastanenin önünde Akşehir Hatırası fotoğrafları çeken ağabeyimiz. Bu aralarda ayakkabılarını boyattığı Akşehir’in güler yüzlü boyacısı Çalıkuşu Ağabeyimizi de dükkanına girer çıkarken görürdü Ahmet. Yalnız bugün kimseleri görememişti.

Kahvenin camının önünde oturmuş gazetesini okumaya öyle bir dalmıştı ki kaçıncı çayını içtiğini hatırlamıyordu. Bir de gençlerin sesleri, içtikleri sigara dumanı kahvenin ortamını iyice bozuyordu. İhtiyarlar hâlâ siyasetten konuşuyorlardı.

Ahmet saatine şöyle bir baktı, Saat altıya geliyordu. İleride oturan iki emekli çoktan kalkıp gitmişlerdi. Sonra okey oynayanlar taşları dağıtmış, istekaları masanın ortasına iteklemiş, konuşmaya başlamışlardı.

Kahvenin gürültüsüne daha fazla katlanamayacağını anlayarak dışarı çıktı. Masanın üzerine dört çay parası seksen kuruşu bıraktı. Anıt Alanı hala gürültü içerisindeydi. Küçük çocuklar evlerinin önünde misket oynamakta, topaç çevirmekteydi. Akşamüstünün canlılığı devam ediyordu. Arasta esnafı ise yavaş yavaş dükkân kepenklerini kapatıyor, kepenklerin sesleri alanı kaplıyordu. Temmuzda bir yağmur sıcaklığı şehri kapladı fazla sürmedi birden bir yağmur başladı. Hafif hafif fakat büyük damlalarla başladı, birden yağmur damlaları hızlandı. Evine dönmek isteyenleri korkuttu. Kimi kitapçı Can Tuğrul’un önüne, kimi sazcının dükkânın önüne, kimi Güvendik Pastanesi’ne, kimi kahvehanelere koşar adım sığınmaya çalıştı. Ahmet için de yapılacak bir şey yoktu, şu anda Mehmet Güleray’ın sahaf dükkanına gidemezdi. En iyisi şehrin en güzel sinemalarından olan Saray Sineması’na kapağı atmaktı. Havanın da bunda büyük etkisi vardı. Gazeteyi başına tutarak koşar adım dükkân önlerinden Saray Sineması’nın önüne ulaştı. Sinemanın önü insan kalabalığı idi, bu kalabalık gişenin önünden on ayak merdivene kadar iniyordu. Herkes birbirine yanaşmış, kim açtıysa bir şemsiyenin altında sığınmaya çalışan birkaç kişi vardı. Film yedi de başlayacaktı fakat dışarıda bekleyenlere bilet kesmeden film makaraları döndürülmeyecekti. Sinemanın teybinden Neşe Karaböcek şarkıları çalmaya devam ediyordu. Neden sonra bilet alma sırası Ahmet’e geldi, bir bilet alarak sinemanın kapısına doğru yöneldi. Önünde de sinemaya girecekler vardı, biletini kestirerek salona doğru yöneldi, Sonunda salonda yerini buldu. Bir anda salonun içi karardı. Salonun içi karardı kararmasına fakat filmin başlamasına rağmen salonu sonradan girenler, yer telaşı içerisinde bulunlar, filmin hangi koltuktan daha güzel görüneceğinin ince hesaplarını yapanlar vardı. Sinema salonunun yarısı boştu fakat insanların konuşmaları, sinemanın havasız kalması, öksürük, aksırık derken filme bir türlü konsantre olamamıştı. Film başladıktan on dakika kadar sonra salona tam anlamıyla bir sessizlik çöktü. Artık herkes büyülü perdeye gözlerini dikmiş pür dikkat filmi izliyordu, film güzel bir aşk filmiydi.

Neden sonra film bitti. Işıklar yandı. Herkes oturduğu koltuktan yavaş yavaş kalktı. Salon boşaldı, Makinist Mavili sinemanın üst balkonunda kalanlar var mı diyerek üst balkonu da kontrol ettikten sonra sinemanın kapılarını kontrol ederek çıktı.

Ahmet kendi kendine “Sahaf Mehmet Gülerey’dan değiştireceğim iki kitap vardı, onları alacaktım ya artık yarına kaldı” dedi, sonra Çay Mahallesi’ne doğru yerlerdeki su birikintilerine dikkat ederek yavaş yavaş evine doğru yürüdü. (26/07/2025 -AKŞEHİR)

{ "vars": { "account": "G-5Z2CE4T8R8" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }